mavibilgiler
 
  Ana Sayfa
  Spor Toto Süper Lig
  Saat
  Videolar
  ARABALAR
  Tarih
  => Eski Mısır
  => Çin İmparatorluğu
  => Sümerler
  => Emeviler
  => Fenikeliler
  => Urartular
  => Miken Uygarlığı
  => Girit Uygarlığı
  => Frigyalılar
  => Roma İmparatorluğu
  => İskender İmparatorluğu
  => Göktürk Devleti
  => Uygur Devleti
  => Peçenekler
  => Kıpçaklar
  => Sabirler
  Hava Durumu
  Zooloji
  Uzay Bilimi
  Forum
  Destanlar
  Bedava TV
  OYUNLAR
  Top 40 Oyun
  Anketler
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  Hit
  Buradan Site Dilini Değiştirebilirsiniz
  Kuranı Kerim
  Atasözü
  Türkçe İngilizce Sözlük
  Saklı sayfalar
  Biyoloji
  Burçlar
  Animasyonlu Banner Yapma
  Haberler
  DÖVİZ
  Aşk Ölçer
  Günlük Burç
  Msn Nick Aracı
  TV İzle
  MP3 Player
  Türkiye Gifleri
  Fenerbahçe Gifleri
  Harita
  Bir Oyun Daha
  Facebookta Fenerbahçeyi beğen
  Bayanlara Kurdele
Roma İmparatorluğu

Roma İmparatorluğu

Roma İmparatorluğu
MsXLabs.org & Temel Britannica

Bugünkü İtal­ya'nın Latium bölgesinde, Tiber Irmağı'na bakan tepelerde kurulmuş birkaç köyden oluşan eski Roma, sonradan dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin merkezi oldu. Romalılar tarihte pek çok ülkenin dilini, edebiyatını, yasalarını, yönetim biçimi­ni ve mimarlığını etkiledi.
Bir efsaneye göre Roma kenti İÖ 753'te Romus ve Romulus tarafından kurulmuştur. Ama bu kuruluş öyküsü gerçeği tam olarak yansıtmaz. Günü­müzde, geçmişteki olayların tarihi nasıl İÖ ve İS diye belirtiliyorsa, Romalılar da Roma'nın kuruluşunu tarihin başlangıcı olarak kabul ederdi. Roma'nın, Fenikelilerin Afrika'nın kuzeyinde Kartaca'yı kurmalarından yaklaşık 60 yıl sonra kurulduğu bilinmektedir. Kartaca sonradan Roma'nın en büyük rakiplerinden biri oldu.

Roma Cumhuriyeti
Roma'nın tepelerinde İÖ 8. yüzyılda birbirin­den ayrı köyler kurulmuştu. Yüzyılların birik­tirdiği kalıntıların alt katmanlarında, bu köy­lerde yaşamış olan insanların gösterişsiz me­zarları ve kulübeleri bulunmuştur. Önemli bir yol kavşağı ve Tiber Irmağı'nın köprübaşı olan Roma, Etrüsklerin bölgeyi ele geçirme­siyle gerçek bir kent görünümü kazandı. Etrüskler bataklıkları kuruttular ve geniş çaplı bayındırlık işlerine giriştiler. Yunanlılardan almış oldukları alfabeyi, ölçü birimlerini ve çeşitli paralan Romalılara ta­nıttılar. Romalılar Etrüsklerden etkilenmek­le birlikte, törelerini ve dilleri olan Latinceyi değiştirmediler. Bağımsız kişiliklerini koru­dular.
Romalılar İÖ 509'da Tarquinialıları topraklarından kovarak, babadan oğula geçen bir krallık yerine, yöneticilerini kendilerinin seçtikleri bir cumhuriyet kurdular. Tarquinialılar, Etrüsklerin yardımıyla Roma'ya saldı­rarak tahtlarını geri almayı denedilerse de başarılı olamadılar. Ünlü Romalı şair Quintus Horatius'un Tiber Irmağı'nı korumak amacıyla nöbet tuttuğuna ilişkin öykü bu döneme aittir. Etrüsklerin Roma'dan ve Latium böl­gesinden İÖ 470 dolaylarında ayrıldığı sanıl­maktadır.
Giderek cumhuriyetçi bir devlet yapısının oluştuğu Roma'da yönetim patricilefin, yani soyluların elindeydi. Senatoya (Roma Parla­mentosu) yalnızca onlar seçilebilirdi. Her yıl bu senatörlerin arasından iki konsül seçilir, konsüller barış döneminde yasa önerisinde bulunur, senato toplantılarını yönetir, savaş döneminde ise ordulara komuta ederlerdi.
Etrüskler eski güçlerini yitirmeye başlayın­ca soylulara karşı plebler'in (halk kesimi) yanında yer almaya başladılar. Patriciler ile plebler arasında yüzyıllarca sürecek bir müca­dele başladı. Toprakların tümü soylulara aitti. Halkın kendi hesabına çalışarak yaşamım kazanma olanağı yoktu. İÖ 493'te plebler topluca kentin dışına çıktılar ve hakları veril­mezse yeni bir kent kuracaklarını ilan ederek soyluları tehdit ettiler. Bu durumdan korkan soylular, pleblerin çıkarlarını korumaları ve haklarını savunabilmeleri için iki temsilci seçmelerine razı oldular. Bundan başka pleblere kendi meclislerini kurma hakkı da tanın­dı. Zamanla plebler güçlendi; meclisleri yasa önerme yetkisine sahip oldu ve İÖ 4. yüzyıl­dan başlayarak iki konsülden biri pleblerden seçilmeye başlandı.
İÖ 390'da Galyalılar Roma'yı yağmaladı­lar, yakıp yıktılar. Romalı senatörler, kenti terk etmedikleri için topluca kılıçtan geçirildi­ler. Sadece, surlarla çevrili olan Capitolium (bugün Capitolino) Tepesi direnebildi. Galyalılar ancak büyük bir fidye karşılığı kenti terk ettiler. Galyalılar'ın saldırısını başka saldırılar izledi. Ekuviler, Volskiler ve Samnitler Roma ordularıyla çarpıştı. İÖ 321'de Samnitler Romalıları Napoli'nin kuzeyinde bulunan dar bir geçitte kıstırarak yenilgiye uğrattı. Roma­lılar teslim olmak zorunda kaldı. Buna karşın, Romalılar genelde hem topraklarını genişleti­yor, hem de güçlerini artırıyordu. Ele geçir­dikleri yerlere bazen kendi adamlarını yerleş­tirerek koloniler kuruyorlardı. Yabancı düş­manların ilki, Epir Kralı Yunanlı Pyrrhos oldu. Pyrrhos İÖ 280'de İtalya'nın güneyine çıkarma yaptı. Yunanlıların, Romalıların bilmediği iki savaş yönte­mi vardı. Bunlardan biri phalanks denen, ağır zırhlı piyadelerin omuz omza sekiz sıra halin­de dizilerek saldırıya geçmeleriydi. Ellerinde kalkanları ve mızraklarıyla karşılarındaki gev­şek örgütlenmiş askerleri kolayca yıldırabiliyorlardı. Öbür yöntem ise, savaş alanına fille­rin sokul maşıydı. Böylesine beklenmedik bir olayla karşılaşan askerler ne yapacaklarını şaşırıyordu. Daha sonra ünlü Kartaca komutanı Hannibal de savaşta fillerden yararlanmıştı. Pyrrhos Romalılara karşı iki zafer kazan­dı. Ama öyle çok kayıp verdi ki, "Pyrrhos zaferi" deyimi, pahalıya mal olmuş bir zafe­rin yenilgiyle eşdeğer olduğu anlamında, bir­çok dile yerleşti. Pyrrhos'un üçüncü saldırı­sı ise yenilgi ile sonuçlandı ve İtalya'yı terk etmek zorunda kaldı. Roma artık İtalya'nın neredeyse tümünü denetimi altına al­mıştı.
İÖ 3. yüzyılın ortalarında Kartaca ile Roma arasında çatışma başladı. Hızla güçlenen bu iki devlet için Akdeniz ticaretini ele geçirmek çok önemliydi. İÖ 264'te Roma ile Kartaca arasında, tarihte Kartaca Savaşları olarak anılan bir dizi savaşın ilki başladı. Bu savaş 241'de sona erdi. Banş ilan edildiğinde Kartacalılar Sicilya'yı Roma'ya vermek ve savaş zararlarını ödemek zorunda kaldı. 23 yıl süren gergin bir banş döneminden sonra Kartaca Savaşları'nın ikincisi ve en büyüğü, Kartacalı komutan Hannibal'in İspanya'dan yürüyüşe geçmesiyle başladı. Hannibal ordusu ile Rhöne Irmağı'nı ve Alpler'i aştı; önünde ne varsa ezip geçerek İtalya'ya girdi. Cannae'de büyük bir zafer kazandı. Ama bundan sonra Romalı­lar başarılı savaş taktikleriyle Kartaca ordusu­nu yıprattılar. Hannibal İÖ 203'te İtalya'yı terk ederek Kartaca'ya geri döndü. Bundan bir yıl sonra da Zama Savaşı'nda Romalı komutan Scipio Africanus'a yenildi.
Kartaca ile Roma arasındaki barış 50 yıl sürdü. Kartaca eski zenginliğini ve önemini yeniden kazanmaya başladı. Bundan tedirgin olan Romalılar Kartaca'ya saldırdı. III. Kar­taca Savaşı ile (İÖ 146) Kartaca Devleti tarihten silindi.

Roma Ordusu
Roma artık Akdeniz çevresindeki ülkelerin hepsinden üstün olma yolundaydı. Başarısını büyük ölçüde ordusuna borçluydu. Kurulu­şundan İS 3. yüzyıla kadar Roma ordusunun belkemiğini lejyonlar (alaylar) oluşturdu. Bir lejyon 4.000-6.000 askerden oluşuyordu. Lej­yonun onda birine kohort (tabur) deniyordu. Eyalet ya da vali yardımcılarına eşdeğerde olan komutanları legatus sanına sahipti. Komutanın emrindeki subaylara tribunus, ast­subaydan aşağı rütbedekilere ise centurion denirdi. Lejyon, Roma yurttaşı olan seçkin askerlerden oluşuyordu. Yedeklerden, yani orduda hizmet gören yabancılardan her za­man daha fazla ücret alırlardı.
Lejyon askerleri zırhlı piyadelerdi. Disip­linli ve iyi eğitilmiş olan Roma piyadeleri tüm ülkelerin korkulu rüyasıydı. Her birinin iki ciriti ipüd) ve bir kısa kılıcı (gladius) olurdu. Piyadeler yedeklerle desteklenir, genellikle 500'er kişilik birimler halinde örgütlenirlerdi.
Seferberlik durumunda orduya bazı uzman­lar da katılırdı. Bunlardan biri kamp komuta­nıydı. Ordu konakladığı zaman konaklanan yerin çevresine hendek kazmadan ve gerekli güvenlik önlemlerini almadan geceyi geçir­mezlerdi. Askerlerin her birinin, kamp kurar­ken ve bir sonraki gün kampı toplarken yükümlü oldukları görevler vardı.
Quaestor ordunun para işlerinden sorum­luydu. Mühendisler, usta ve zanaatkârlar da orduya eşlik ederdi. Kuşatma eyleminden ve oldukça ilkel olan topların kullanılışından ve bakımından onlar sorumluydu. Mancınık ve arbaletlerden oluşan "toplar", genellikle sal­dırılarda ağır taş gülleleri ya da kayaları fırlatmak için kullanılırdı. Mühendisler kuşat­malarda kolayca kurulabilen, hareketli kule­lerin yapımını denetlerdi. Askerler bunlarla düşman kalesinin içini görme olanağı elde ettikleri için, taş ve oklarını yağdırmakta güçlük çekmezlerdi.
Roma askerlerinin başarısında yiğitlikleri­nin yanı sıra dirençlerinin de büyük payı vardı. Çok güçlü ve sağlıklı olan askerler, silahlarından başka, iki hafta yetecek kadar yiyeceği ve kamp kurmak için gerekli araç gereci yanlarında taşımak zorundaydı.
Askerler, savaş hattına girdikleri zaman ayrı, kol halinde yürüdükleri zaman ayrı adlar alırdı. Savaş sırasında ağır bir saldın altında kalırlarsa bir araya gelerek bir blok oluşturur­lardı. Lejyonun simgesi tunç ya da gümüşten yapılan kartaldı. Kanatlan iki yana açık olur­du. Romalılar için kartalın düşmanın eline geçmesi onur kinci bir olaydı.
Roma'nın yükseliş döneminde ordu yenil­mezliği ile ün salmıştı. Bunun üç temel nedeni vardı: Birincisi disiplin, ikincisi sıkı ve yetkin bir eğitim, üçüncüsü ise askerlik konusunda yenilikleri hemen benimsemeleriydi.

Cumhuriyetten İmparatorluğa
İÖ 3. yüzyılın sonlarına doğru, Yunan uygar­lığı Roma'da yayılmaya başladı. Romalılar bu uygarlığa büyük bir saygı ve hayranlık duyu­yordu. Bu nedenle, Makedonya Kralı V. Philippos (İÖ 238-179) Yunan kentlerini ve Anadolu'yu tehdit edip de, bu kentler Roma' dan yardım isteyince, bu isteğe olumlu yanıt veren Romalılar, Makedonyalılarda dört yıl çarpıştılar. Sonuçta Doğu Akdeniz Roma'nın denetimine girdi; İÖ 146'da Makedonya ve Yunanistan da birer Roma eyaleti oldu. Böylece tüm Akdeniz Roma'nın egemenliği altına girdi.
Bu zaferler sonucu Roma güçlendi ve zenginleşti. Mal ve köle ticareti gelişti. Sena­törler ve öbür yöneticiler çabuk zengin olma­nın yollarını ararken, bazı eyalet yöneticileri­nin de vergi toplarken zora başvurmaları halkın tepkisini çekiyordu. Kişisel hırslar ve açgözlülük, cumhuriyetin ilk yıllarındaki yurtseverliğin ve özverinin yerine geçmişti.
İÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru yönetici sınıfın davranışlarını eleştiren Tiberius ve Gaius Gracchus adlarında iki kardeş, halkın daha fazla hak sahibi olması için mücadele etmeye başladılar. İÖ 133'te soyluların el koyduğu kamu topraklarını yoksul halka da­ğıtmak için bir yasa tasarısı hazırladılar. Romalıları uyandırmak için canlan pahasına mücadele eden bu kardeşlerin ikisi de acıma­sızca öldürüldü. Ama çabaları boşuna olma­mış, Romalılarda, haksızlıkların ortadan kalkması için siyasal bir reform gerektiği inancı yerleşmişti.
Bu sıralarda Roma ordusunda köklü bir değişiklik oldu. Ücretli askerler yurttaş asker­lerin yerini almaya başladı. Yurttaş askerler tümüyle ülkelerine bağlı oldukları halde, yeni profesyonel askerler, komutanları her kim ise ona bağlanıyordu. Bu durum Roma'nın siyasal yaşamını büyük ölçüde etkiledi. O ta­rihten sonra, başarılı generaller ordularının desteğiyle üstün bir güç ve yetki sahibi olma­ya başladı.
Gaius Marius'un askerlerin desteğiyle nasıl yükseldiği buna örnektir. Doğuştan pleb olan Marius, kendine sadık ordusunun desteğiyle konsül olmuştu. İlk kez İÖ 105'te Kuzey Afrika'da Numidya'nın kralı olan Iugurtha'yı yenerek ünlenen Marius, daha sonra İtalya' mn kuzeyini tehdit eden Germen kabilelerini de üst üste iki kez yenmeyi başarmıştı. Bun­dan sonra patricilerin generali Sulla ile güçle­rini birleştirerek, Roma ile savaşan komşu halkları yenilgiye uğrattı. Sulla, Yunanistan'ı ve doğuyu tehdit eden Mithridates'le savaş­mak için Roma'dan ayrıldı.
"Mithras" Güneş tanrısının adıydı. Mithridates ise "Güneş tanrısının soyundan" anla­mına geliyordu. Karadeniz'in doğusunda bir krallık olan Pontos tahtına geçen VI. Mithridates, kanlı bir egemenlik kurarak dünyaya korku salmış, annesini hapse attırdıktan baş­ka, kardeşini de öldürtmüştü. Üç ayrı zaman­da Roma'ya savaş açan Mithridates, sonunda Romalı general Pompeius'a yenildi. Sulla doğuda Mithridates'le sava­şırken, Marius Roma'da yönetime el koydu. Sulla seferden döndüğünde Marius ölmüştü, ama Sulla öcünü Marius'un yandaşlarından ve halktan aldı. Sonsuz yetkilerle İÖ 82'de ken­dini diktatör seçtirdi.
Süha'dan sonra Roma'da yasadışı olaylaı ve siyasetçilerin entrikaları hız kazandı. İÖ 73'te Spartaküs adında bir gladyatör köleler­den oluşturduğu ordusuyla Roma'ya başkal­dırdı. Çok sayı­da Roma lejyonunu yenilgiye uğrattıktan sonra İÖ 71'de yenildi ve öldürüldü.
İÖ 1. yüzyılın ortaları Jül Sezar ile Pompei­us arasındaki rekabetle geçti. Her ikisi de yetenekli ve değerli önderlerdi. Bir süre, zengin bir soylu olan Marcus Crassus'u da aralarına alarak triumvirlik denen üçlü yöne­tim denemesinde bulundular. (Sonraki üçlü yönetimlerden ayırmak için, Sezar'ın da için­de bulunduğu üçlü, Birinci Triumvirlik olarak adlandırılır.) Crassus, İÖ 53'te öldükten son­ra Pompeius, Sezar'ın Galya'daki askeri basa­nlarını eskisinden daha fazla kıskanmaya başladı. Sezar'ın geri çağnlması için hükümeti etkiledi. Sezar, bu buyruğa uyarak geri dönecek olursa, ordusu­nu terk etmek zorunda kalacağının bilincin­deydi. Bu yüzden İÖ 49'da ordusunun başın­da yola çıktı. Kendi bölgesi olan Gallia Cisalpina ile geri kalan İtalyan topraklan arasında sınır oluşturan Rubicon Irmağı'nı geçtikten sonra, dönüşü olmayan bir noktaya geldi. Roma'da güçlü bir destek sağlayamaya­cağını anlayan Pompeius Yunanistan'a kaçtı.
Gücünü kanıtlamak için savaşmayı sürdü­ren Sezar İÖ 45'te Roma'ya döndü ve ömür boyu başkanlığa seçildi. Ne var ki, bazı sena­törler Roma'nın özgürlüğü açısından Sezar'ın planlarını sakıncalı buluyordu. Sezar çok geç­meden, bir senato toplantısından sonra han­çerlenerek öldürüldü (İÖ 44).
Bundan sonra iktidar Marcus Antonius'a geçti. Ne var ki, Se­zar'ın evlat edinmiş olduğu genç Octavius Roma'ya dönünce, aralarında çatışma çıktı. Oc­tavius senato tarafından konsüllüğe getirildi. Gaius Julius Caesar Octavianus adıyla, Sezar'ın evlat edindiği oğlu olarak tanındı. Bir sü­re sonra Octavianus ve Antonius uzlaşmaya vararak, Sezar'ın süvari komutanı Marcus Lepidus'un da katılmasıyla İkinci Triumvirlik'i kurdular. Sezar'a komplo kurarak öldüren Brutus ve Gaius Longinus Cassius'a karşı sa­vaş açarak, onları İÖ 42'de Makedonya'da yendiler. Bundan sonra doğuya giden Antoni­us, orada karşılaştığı Mısır Kraliçesi Kleopatra'ya âşık oldu ve arkasından Mısır'a gitti. Octavianus'la yeniden ara­sı açıldı. İÖ 31'de Yunanistan'ın batı kı­yılarındaki Aktium Savaşı'nda Octavianus, Antonius'un donanmasını dağıttı ve Roma' nın rakipsiz önderi olarak yönetimi ele ge­çirdi.

Roma İmparatorluğu
Octavianus İS 14'te ölünceye kadar, tam 45 yıl Roma'yı yönetti. İÖ 27'de kendisine, "yü­ce" anlamında Augustus sanı verilmişti; ama o "şef demek olan Princeps'i yeğledi. Çok bü­yük bir güce sahip olmasına karşın, Roma'nın eskiden olduğu gibi cumhuriyetle yönetildiği izlenimini yaratmaya büyük özen gösterdi. O dönemde krallar mutlak egemenliğe sahipti. Romalılar böyle bir yönetim istemiyordu.
Augustus yönetiminde Roma en parlak dö­nemini yaşadı. Ticaret çok büyük bir gelişme gösterdi. Roma yasaları imparatorluğun her yerinde uygulanmaktaydı. Güçlü hükümet, lejyonlarca da destekleniyordu. İmparatorlu­ğun egemen olduğu bölgelerdeki yerli halkla­rın haklarına saygı gösteriliyordu. Yüzyıllar­dan beri sürmekte olan çekişme ve kargaşanın sona ermesi Augustus'un başarısıydı. Halk, yasaların güvencesi altında olmanın huzuru içindeydi.

Yurttaşlık ve Yasalar
Roma İmparatorluğu döneminde Roma yurt­taşlarının pek çok ayrıcalığı vardı. Başlangıçta yurttaşlık Roma'ya hizmeti geçmiş kimselere verilirdi; daha sonra yurttaşlık hakkı yaygın­laştırıldı. Roma yasaları sonraki yüzyıllarda da pek çok ülkede etkisini sürdürdü. Günü­müzde birçok Avrupa ülkesinin yasalarının temelinde Roma yasaları vardır. Bu yasalar Roma imparatorlarınca büyük bir titizlikle uygulanmıştır. Bunların çoğu, kralların hem yönetici, hem de yargıç olduğu ve yasaların yazılı olmayıp gelenek ve ahlak kurallarına göre belirlendiği çok eski zamanlardan beri gelişerek yetkinleşmiştir. İÖ 5. yüzyılın ortalarında Roma'da temel yasalar yazılmış bulu­nuyordu. Herkesin bu yasaların ne olduğunu bilerek, uyma zorunluluğu vardı.
Bu yasalara göre ailede baba öteki bireyle­rin üzerinde tartışmasız bir otoriteye sahipti. Zaman içinde bazı yasalar değiştirilerek geliş­tirildi. İS 6. yüzyılda Bizans İmparatoru I. Jüstinyen hukukçuları ve bilginleri toplaya­rak, dağınık bir biçimdeki yasaları inceleme­lerini, derlemelerini ve kamuya açıklamaları­nı istedi. Corpus Iuris Civilis ("Medeni Hu­kuk Yasaları") olarak bilinen bu yasa derle­mesi, Roma yasalarının daha sonraki yüzyılla­ra kalmasını sağladı.
Roma yasalarının zamanın sınavından ba­sarıyla geçmiş olması bizleri şaşırtmamalı. Çünkü Romalılar düzenleme, örgütleme ve yönetmekte olduğu kadar, sorunlara çözüm bulmakta da çok başarılıydılar. Bu bakımdan sanatsal duyarlıkları ağır basan Yunanlılar' dan üstündüler. Romalılar, uluslararası ilişki­lere belirli ölçütler getiren kurallar da geliştir­mişlerdi.

Augustus'tan Sonra İmparatorluğun Durumu

Augustus ölmeden önce imparatorluğa üvey oğlu Tiberius'u seçmişti. İS 14'te başa geçen Tiberius, yayılmacı bir siyasetten yana değil­di. Daha yönetimdeyken, Tiberius'tan sonra kimin başa geçeceğine ilişkin tartışma ve kav­galar başlamıştı. Augustus'un kurmuş olduğu güçlü yönetim ağı bir süre ülkenin gerilemesi­ni önledi. Tiberius'tan sonra Caligula 25 ya­şında imparator oldu. Babası Germanicus as­ker olduğu için, çocukluğu askerler arasında geçmişti. Halk babasını sevdiği gibi, onu da benimsedi. Caligula başa geçtiği ilk aylarda iyi bir yönetici izlenimi veriyordu. Ama sekiz ay sonra hastalandı, belki de bu hastalığın et­kisiyle, daha sonraki yıllarda dengesiz davra­nışlarda bulundu. Roma'nın en tanınmış ailelerini yok etti. Cumhuriyet döneminin törele­rine karşı duyduğu tepkiyi göstermek için sev­diği atını önce rahip, sonra da konsül ilan etti. Bir gladyatör gibi dövüştü, akrabalarının ço­ğunu öldürdü. Acımasızlığı dillere destan ol­du. Dört yıl süren kanlı bir saltanattan sonra koruma görevlilerinden biri tarafından öldü­rüldü.
Caligula'nın ardından, İS 41-54 arasında hüküm süren Claudius yetkin bir yöneticiydi. Roma yurttaşlığını genişleterek yabancı top­luluklara da yurttaşlık hakkı tanıdı. Özgürlü­ğünü kazanmış Yunanlı köleleri önemli devlet görevlerine getirdi. Bu onların güçlenmesine yol açtı. Üçüncü karısı Valeria Messalina entrikaları ve yakışıksız davranışlarıyla ün saldı. İS 48'de idam edildi. Claudius'un dördüncü kansı olan Agrippina, önceki kocasından olan oğlu Neron'u evlat edinmesi için Claudius'a baskı yaptı. Oysa Clauidus'un Britannicus adında bir oğlu vardı. İS 43'te Romalılar Clau­dius'un komutasında İngiltere'yi işgal ede­rek, adanın doğusunu Roma İmparatorluğu' na kattılar. Caligula'nın ve Claudius'un dönemlerinde eyalet yöneticilerinin yetkin ve güçlü olmaları sayesinde imparatorluk geliş­mesini sürdürdü. İS 54'te Ag­rippina Claudius'u zehirledi, böylece oğlu Neron tahta geçti. İlk beş yıl sorunsuz geçti; ne var ki, sonraki yıllarda benzeri görülmemiş bir dehşet yaşandı. Neron annesini ve karısını öldürttükten başka, zamanın önde gelen yö-netcilerini de birer birer ortadan kaldırttı.
Neron atletizm, tiyatro ve şiir yarışmaları da düzenletti. Hükümdarlığının 10. yılında Roma'da büyük bir yangın çıktı. Neron bun­dan ilk Hıristiyanları sorumlu tuttu ve onlara eziyet etti. Kentin yeniden yapılması için bü­yük paralar harcadı.
Roma İmparatorluğu'nun tarihine bakacak olursak çöküşün Neron zamanında başlamış olduğunu görürüz. Vergi yükü altında ezilen insanlar sıkı ve düzenli çalışamaz olmuştu. Ordu siyasete karışıyor, hükümet ordunun is­temlerine çoğu zaman boyun eğiyordu. Neron'un savurganlığı imparatorluğun birçok yerinde ayaklanmalara yol açmıştı. Sonunda orduyu da karşısında bulan Neron intihar etti.
Çok geçmeden lejyonlar arasında kıran kı­rana bir iç savaş başladı. Bu kargaşanın so­nunda Vespasianus adında bir general Flavius hanedanını kurdu. Ağır vergilerle ülkenin mali durumunu düzeltti. İS 69-79 arasında hü­küm süren Vespasianus ve ondan sonra gelen Titus ve Domitianus adlı imparatorlar büyük ölçüde ordunun gücüne dayandılar. Askeri düzenlemelerle sınırları koruyabildiler. İS 79'da, Titus döneminde patlayan Vezüv Ya­nardağı bir Roma kenti olan Pompei'yi lavlar ve küller altında bıraktı. Bu olaydan yüzlerce yıl sonra arkeologlar her şeyi, patlama anında oldukları gibi buldular. Böylece İS 1. yüzyılda bir Roma kentinde nasıl yaşandığına ilişkin pek çok şey öğrenildi.
Domitianus 81'de imparator oldu. İmpara­torluğunun son üç yılında Romalılar insanlık­la bağdaşmayan korkunç bir terör yaşadılar. Domitianus 96'da öldürüldü. Ondan sonra tahta geçen Nerva yalnız iki yıl yaşadı. Traianus ve yeğeni Hadrianus düzeni yeniden kur­mak için çok çaba gösterdiler. İS 98'de başa geçen Traianus imparatorluğun sınırlarını ge­nişletti. Akıllı ve ölçülü yönetimi, halkın yeniden devlete güven duymasını sağladı. Hadrianus, ülkeye çoktan özlenen barış ve bolluğu geri getirmekte başarılı oldu. 117'de impara­tor olan Hadrianus, Roma topraklarını baştanbaşa denetleyerek, zayıf gördüğü yerleri sur­larla güçlendirdi. 122'de İngiltere'ye kadar gitti. Adanın kuzeydoğusunda İskoç saldırıla­rına karşı kendi adıyla anılan bir duvar yaptır­dı. Onun başarısı sayesinde bir sonraki imparator Antoninus Pius sanatsal etkinliklere zaman ayırabildi. 138-161 arasında Pius yönetimi sırasında imparatorluk çok gelişti.
Marcus Aurelius'un öğrenmeye hevesli ze­ki ve akıllı bir genç olması Antoninus Pius'un ilgisini çekti. Lucius Commodus adlı bir başka gençle birlikte onu evlat edindi. Amacı tahtını bu gençlere bırakmaktı. İS 161'de ikisi birden tahta geçti. Lucius İS 169'da öldü ve Marcus tahtta tek başına kaldı.

İmparatorluğun Çökmesi
Nerva ile başlayan ve Marcus Aurelius'a ka­dar süren dönem, Roma tarihinin varlık ve barış içinde yaşadığı yıllar oldu. Ama impara­torluğun bazı yörelerinde çıkan isyanlar bu dönemin sona ermekte olduğunu gösteriyor­du. Marcus Aurelius imparatorluğun doğu sı­nırını güvence altına aldıktan sonra kuzeydeki barbar kabileleri de bir dizi savaşla eski yerle­rine sürdü. Depremler ve su baskınları Roma' nın büyük bir bölümünün yıkılmasına, tahıl depolarının zarar görmesine yol açtı. Bu da kenti kıtlığa sürükledi. Doğudan gelen veba da hızla yayıldı. Tüm bunlara karşın, Marcus Aurelius vergileri olabildiğince azaltarak ve mahkemelerin iyi işlemesini sağlayarak so­rumlu bir yönetici olduğunu gösterdi. İmpara­torluğun gücünü tehdit ettiğini düşündüğü Hıristiyanlara karşı baskıcı bir siyaset izledi.
Marcus Aurelius Ta eis Eauton ("Kendime Düşünceler") adlı kitabında bilgelik, doğru­luk, direnç ve ölçülülük olarak belirlediği dört temel erdemden söz eder.
İS 180'de Marcus Aurelius'un ölümünden sonra imparatorluk 100 yıl boyunca "barbar" denen kavimlerin saldırısı altında kaldı. Bar­bar sözcüğü, Eski Yunanlılar tarafından, Ro­malılar da içinde olmak üzere, kendilerinden olmayan herkes için kullanılırdı. Eski Yunan­lılar tüm yabancıların yabanıl ve uygarlıktan yoksun olduğuna inanırlardı. Romalılar ise, aynı sözcüğü Roma topraklarına saldıran Got, Vandal, Frank ve Germen kavimleri için kullandılar. Roma İmparatorluğu denetlen­mesi çok zor olan bir büyüklükteydi. En gör­kemli çağında, kuzeyde İngiltere'den güney­de Afrika çöllerine, batıda Atlas Okyanusu'ndan doğuda Mezopotamya sınırlarına dayanı­yordu. Bugün hâlâ izlerine rastlanan Roma yollan, insanların güvenlik içinde imparator­luğun bir ucundan öbürüne gidip gelmelerini sağlardı.
İmparatorluk sınırlarının böylesine genişle­mesi Roma'nın eyaletler üzerindeki doğrudan yönetimini giderek zorlaştırdı. Kölelik yay­gınlığını sürdürürken, halk da yoksulluk için­deydi. İmparatorluğun başlıca sorunlarından biri, sınırlarını korumak için büyük bir ordu besleme zorunluluğuydu. Marcus Aurelius'un yerini alan oğlu Commodus döneminde (180-192) imparatorluk iç çekişmelerle sarsıldı. Commodus'tan sonra cumhuriyet kurumları yıkılmaya başladı. İmparatorlar yetkilerini genişletti. İS 193'te Septimius Severus impa­rator oldu. 235'e kadar süren Severus haneda­nı döneminde Roma'nın mali ve askeri gücü sarsıldı. Severus hanedanından gelen impara­torların hiçbiri eceliyle ölmedi. Bu dönemde­ki en önemli gelişme Hıristiyanlığın daha öz­gür bir ortam bularak yaygınlaşmasıydı. Seve­rus hanedanından sonra barbar kavimlerin yeniden saldırısına uğrayan Roma, Tuna eya­letleri gibi bölgelerde onların egemenliğini ta­nımak zorunda kaldı. Bu sırada doğudan da Sasaniler saldırıyordu. Barbar akınları ve iç savaşlar kentlerin yıkımına, yolların bozulma­sına yol açtı.
3. yüzyılın sonuna doğru imparatorluğu yö­netmek öylesine güçleşmişti ki, İmparator Diocletianus İS 286'da Roma İmparatorluğu' nun geniş topraklarını dört yönetim bölgesine ayırdı. Orduyu yeniden düzenleyerek eski di­siplini kurdu. Yeni vergilerle mali durumu düzeltmeye çalıştı. Sasaniler'i geriletmeyi ba­şararak imparatorluğun sınırlarını Dicle Irmağı'na kadar götürdü. Hıristiyanlar üzerindeki baskıyı artırdı. Milano'yu batı imparatorluğu­nun başkenti yaptı; böylece Roma eski öne­mini yitirdi. Diocletianus yetenekli bir yöneti­ciydi ve imparatorluğun yeniden güç kazan­masını sağladı.
Diocletianus'un ölümünden sonra yönetimi ele geçirmek için yeniden çatışmalar baş gös­terdi. Diocletianus'un oğlu I. Constantinus (280-337) bu mücadeleden zaferle çıkarak im­paratorluğun iki kanadını birleştirdi ve tek başına yönetimi ele aldı. İS 330'da Yunanlıların Avrupa ile Asya'nın kavuştuğu noktada kurduğu Bizans'a kendi adını vererek Roma' nın başkenti olduğunu ilan etti. Bundan son­ra ünlü Bizans kenti, 1453'te Türkler tarafın­dan fethedilinceye kadar Konstantinopolis (Constantinus'un kenti) olarak anıldı.
Constantinus'un hükümdarlığının en önem­li olayı Hıristiyanlığı kabul edişidir. 300 yıldan beri sürekli baskı ve zulüm altında olmasına karşın, Hıristiyanlık giderek daha çok yandaş kazanmaktaydı. Çoktannlı dinler eski etkile­rini günden güne yitiriyordu. Constantinus'un Hıristiyan olması Hıristiyanların üzerindeki baskıların kalkmasını sağladı.
Constantinus'tan sonra imparatorluk hızla çözülmeye başladı. İS 364'te ikiye ayrıldı. Her iki kesimin de önem açısından eşit birer im­paratoru oldu. Konstantinopolis doğu impa­ratorluğunun, Milano ise batının başkentiydi. I. Valentinianus batıda, kardeşi Valens doğu­da hüküm sürmeye başladı. Doğu Roma İm­paratoru Valens 378'de Gotlar'a yenik düştü. İmparator öldürüldü, ordusunun üçte ikisi yok oldu. Savaşın sonunda, yüzyıllardan beri dünyayı egemenliği altında tutmuş olan Roma lejyonları tarihten silindi. İS 410'da Alarik'in öncülüğündeki Vizigotlar Roma'yı ele geçirip yağmaladıktan sonra güneye inerek bereket­li ovaları talan ettiler. Roma'nın Galyalılar tarafından alındıktan 800 yıl sonra düşüşü, kentin tarihinde bir dönemin kapanması de­mekti.
Aynı yıllarda Vandallar İspanya'ya saldırır­ken, Hunlar da Orta Avrupa'ya akın ediyor­du. Önderleri Attila 451'de Galya'da yenilgi­ye uğradıysa da bir sonraki yıl toparlanarak Kuzey İtalya'nın birçok kentini ele geçirdi ve Roma'ya yöneldi. Papanın ricası üzerine Roma'ya girmekten vazgeçti. Batı Roma İmparatorluğu artık iyice sallantı­daydı. İS 476'da İmparator Romulus Augustulus, Germen Kralı Odoaker'e yenildi. Odoaker İtalya kralı oldu ve böylece Batı Roma İmparatorluğu tarihe karıştı.
Roma İmparatorluğu geleneğini sürdürmek Doğu Roma İmparatorluğu'na kalmıştı. Ne var ki, Doğu Roma İmparatorluğu Güneydo­ğu Avrupa'da Yunan kültürünün çok güçlü olduğu bir bölgede kurulmuştu, üstelik ege­menliği altında bulunan halklar Asyalı idi. Zaman içinde Roma gelenekleriyle Asya ve Yunan gelenekleri birbirinden etkilendi. İS 6. yüzyılın ilk yarısında İmparator I. Jüstinyen' in generallerinden Belisarios Kuzey Afrika'yı, İtalya'yı ve İspanya'nın bir bölümünü bar­bar kavimlerden geri almayı başardı. Ama bir süre sonra İtalya, Germen kavimlerinden Lombardların eline geçti.
Bizans İmparatorluğu olarak da bilinen Doğu Roma İmparatorluğu 10. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı.
Batıda, 800 yılı Noel'inde, papanın Frank Kralı Şarlman'a imparatorluk tacı giydirmesiyle yeni bir imparatorluk kuruldu. Daha sonra Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu adını alan bu devletin eski Roma İmparator­luğu ile ilişkisi yoktu.
Çok uzun bir süre boyunca, papalarla im­paratorlar arasında kimin daha üstün olduğu konusundaki rekabet çatışma ve savaşlara yol açtı. Reformcu Papa VII. Gregorius ile Kut­sal Roma-Germen İmparatoru IV. Heinrich arasında baş gösteren şiddetli çatışma sırasın­da Heinrich'in askerleri Roma'ya girerek kenti ele geçirdi (1084).
Papalık 1309-1417 arasında Fransa'da Avignon kentine yerleşti. Roma ise bir süre İtal­yan soylularının savaş alanı oldu. 16. yüzyıl­dan sonra papalar yeniden Roma'ya yer­leşti.
Papalar ve kardinaller Roma'yı sayısız kili­se, saray ve heykelle doldurdular. Eski anıtla­rın ve yapıtların taşlarını bu yeni yapılarda kullandılar. Eski Roma'dan geriye pek az şey kaldı. Roma 1870'te İtalya Krallığı'nın baş­kenti olunca, bir kez daha değişikliğe uğradı. İyice büyüyerek bugünkü durumuna geldi.

Eski Roma Kenti

Roma, Tiber Irmağı kıyısında "yedi tepe" olarak bilinen bir yörede kurulmuştu. Tepele­rin adları sırasıyla Palatium (bugün Palati­no), Capitolium, Aventinus, Caelius, Es-quilinus, Viminalis ve Quirinalis'ti. Kent Ak­deniz'den 24 km uzaklıktaydı. Tiber'in hızlı akıntısı gemilerin yanaşmasını engelliyordu, bu yüzden yer olarak pek elverişli sayılmazdı. Ayrıca Tiber boyunca uzanan bataklıklar sağ­lıksız bir ortam yaratıyordu. Etrüsklü mühen­disler bu bataklıkları kurutmaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar.
Kent kurulduktan sonra zaman içinde geliş­ti. Roma'nın ilk sahiplerinin evleri, çatıları sa­mandan yapılmış olan küçük kulübelerdi. Tanrıları için yaptıkları tapınaklar yakınlarda­ki yanardağlardan kopan kayalardan yontul­muştu. Kentin çevresinde dışardan gelecek saldırılara karşı bir sur vardı.
İÖ 1. yüzyılın başlarında, Roma'da Cum­huriyet döneminin son yılları yaşanıyordu. Bu yıllarda Tiber'den yukarı doğru tırmanan bir kimse ilk önce iki tepeyle karşılaşırdı. Bunlar­dan soldaki Janiculum, sağdaki ise Aventinus idi. Janiculum'un tepesinde eski bir kale var­dı. Tepeler, kuzeyden gelecek saldırıları gö­zetlemekte yararlı olurdu. Tepenin eteklerin­de zengin Romalıların evleri bulunuyordu.
Aventinus'ta ise Roma'nın yoksul halkı ya­şıyordu. Bunlar dört beş katlı yıkık ve karan­lık evlere sığınmışlardı. Tepenin en yüksek noktasında tanrıça Diana (Eski Yunan'da Artemis) için yapılmış bir tapmak vardı. Tepe­nin güneybatı eteklerinde mısır ambarlan yer alıyordu.
Tekneyle Aventinus'un kuzeybatısına ya­naşılacak olursa, Roma'nın hayvan pazan olan Forum Boarium görülebilirdi. Doklann tam üzerinde güzel villalann ve bahçelerin bulunduğu Palatium Tepesi herkesin oturmak için özlemini çektiği bir yerdi. Çünkü alçaklardaki aşın sıcağa burada rastlanmıyordu. Paiatium'da aynca doğunun bolluk ve bere­ket tannçası Kibele adına bir tapınak yapıl­mıştı. Aventinus ve Palatium tepeleri arasın­daki vadide Circus Maximus adıyla, ahşap bir stadyum vardı. Çeşitli gösterilerin yer aldığı yaklaşık 640 metre uzunluğundaki bu stad­yum 150 bin kişilikti. İki yanında dükkânlar ve sıcaktan bunalanlar için buz gibi içecekler satan satıcılar sıralanırdı.
Vadinin öteki yakasında bulunan Caelius Tepesi evlerle kaplıydı. Buradan Jüpiter Tapınağı'na (Eski Yunan'da Zeus) giden bir yol ayrılırdı.
Palatium ve Capitolium tepeleri arasındaki düzlükte, mermer sütunlarıyla ve heykeİleriy­le Roma Forumu görünürdü. Forum her za­man hararetli tartışmaların, kıyasıya pazarlık­ların yapıldığı bir yerdi. Forumun biraz öte­sinde, sıradan insanların buluşma yeri olan Comitium vardı. Rostrum denen kürsü gibi yerde ise konuşmalar yapılırdı. Forumun ar­kasında senatonun toplantı yeri Curia bulunu­yordu.
Foruma giden başlıca yollardan birinin üze­rinde iki başlı tanrı Janus'un tapınağı vardı. Savaş sırasında tapınağın kapılan hep açık olurdu.
Capitolium Tepesi çift dorukluydu. Kuzey­de kinde bir kale, güneydekinde ise Tiber Irmağı'ndan görülen Jüpiter Tapınağı bulunu­yordu.
Eski Roma'da bulunan çeşitli tanrılara adanmış tapmaklar, sunaklar, heykeller ara­sında Jüpiter ayn bir öneme sahipti. Jüpiter Tapınağı'na savaşlarda elde edilen ganimetler sunulur, tanrının heykeli kente tepeden ba­kardı.
Irmak kıyısında kurulu olmasına karşın kent halkı içmek için Tiber'in suyunu kullan­mazdı. İçme suyu kanallarla ve toprakaltına döşenmiş suyollarıyla yakındaki pınarlardan kente ulaştırılırdı. Bunlardan ilki İÖ 4. yüzyılda yapılmıştı. İÖ 144'te Capi­tolium Tepesi'ne su götürecek olan Aqua Marcia yapıldı. Daha öncekiler toprağın altın­dayken, bu kemer toprağın üstündeydi. Roma'nın kanalizasyon şebekesi de çok iyi plan­lanmıştı. Bu şebekenin bazı bölümleri 20. yüzyılın başlarına kadar kullanılmıştır.
İmparatorluk döneminde Roma'nın görü­nümünde çok büyük değişiklikler oldu. İmpa­ratorlar kendi adlarını taşıyan görkemli bina­lar yaptırdılar. Roma Forumu daha sonra Au­gustus, Vespasianus ve Traianus'un yaptırdığı forumların yanında çok küçük kaldı. Traianus Forumu'nda yer alan, üzerine imparatorun yaşamındaki önemli olayların işlendiği yük­sek, mermer sütun günümüze kadar gelebilmiştir.
Yıkanmaktan çok hoşlanan Romalılar bü­yük hamamlar yaptırmışlardı. Bunların zemi­ni mozaik işlemeliydi; kubbeleri ise mermer sütunlarla destekleniyordu. Zafer kazanan generaller için yapılan zafer takları geniş cad­deleri süslerdi. Özellikle, 70'te Titus'un Ku­düs'ü ele geçirişinin anısına yapılan Titus Takı çok görkemliydi. Bugüne ancak kalıntıları ka­lan, Palatium Tepesi yakınlarında, Vespasianus zamanında yapılmış olan çok kemerli, görkemli bir yapı olan Colosseum'da çeşitli gösteriler düzenlenirdi. Zaman içinde binala­rın çoğalmasıyla kent Capitolium Tepesi'nin batısına, ordunun eğitim alanı olan Campus Martius'a doğru yayıldı.

Romalı Zenginlerin Yaşamı
Eski Roma'nın zengin ve güçlü sınıfı senato üyesi olan patriciler ve mülk sahipleriydi. Tüm toplumsal ve siyasal güç birkaç soylu ailenin elindeydi. İmparatorluk döneminde se­nato gücünü büyük ölçüde yitirdiyse de, sena­törlerin geldiği aileler kamuoyunu yönlendir­mede etkilerini sürdürdüler. Patricilerin ço­ğunun Roma'da evi, kırsal kesimde çiftliği ve Orta ya da Güney İtalya'da birkaç tane villası olurdu. Kent evine bir verandadan girilirdi. Birincil öneme sahip olan oda atrium idi. Evi ve ocağı koruyan tanrıça Vesta için bu odada bir sunak bulunurdu. Evleri koruyan tanrılar­dan Lar ve Penate için de ayrılmış yerler var­dı. Lar'ın heykeli evin girişinde durur, eve uğur getirirdi. Penate ise aile ocağının bere­ketiydi. Lar'a da, Penate'ye de armağanlar su­nulur, özel günlerde çiçekler getirilirdi. Atri­um dikdörtgen biçimindeydi ve tavanında, gökyüzüne açık bir yer vardı. Atriumun çatısı bu deliğe doğru eğimli olur, taştan bir sarnıca yağmur suyu toplanırdı. Evin öbür odaları at-riuma açılırdı. Girişin tam karşısında yemek odası bulunur, buradan da bahçeye çıkılırdı. Ev yerin altından geçen sıcak havayla ısıtılır, bazı evlerde hamam da olurdu.
Villalara ise mutlaka hamam yapılırdı, çün­kü kırsal kesimde genel hamamlar yoktu. Vil­lalar kent evlerine oranla daha büyük olurdu. Atrium gene vardı, ama evin asıl merkezi bir dizi kolonla çevrili olan bahçeydi. Bahçenin ötesinde odalar bulunurdu.
Varlıklı ailelerin oğulları genellikle okula gönderilirdi, özel öğretmenlerce eğitilenler de olurdu. Roma dünyasında Eski Yunan kültü­rü egemen olduğu için öğretmenler Yunanlılardan seçilirdi. Romalı bir oğlan çocuk öğre­nimine Yunanca okuma yazma öğrenmekle başlardı.
Oğlan çocukların büyüdükleri zaman eya­letlerde para işleriyle ilgilenmeleri ya da tica­retle uğraşabilmeleri için iyi matematik bil­meleri gerekiyordu. İlkokul eğitiminden son­ra güzel konuşmayı ve yazmayı becerebilmek için konuşma sanatı dersleri alırlardı. Bu dersler ya Roma'da ya Atina'da ya da Yunan­ca konuşulan herhangi bir kentte verilirdi.
Kızlara ev işleri ve edebiyat dersleri verilir­di. Eğitim kısa sürer, 15'ine gelmeden evlen­dirilirlerdi. Gelin, düğün günü, erkek kardeş­leri gibi çocukken giydiği bir tür pelerin olan toga'yı çıkartır, gelinliğini giyerdi. Yüzü kır­mızı bir peçeyle örtülü olurdu. Oyuncak be­beklerini tanrı Lar'a armağan ederdi. Babası­nın evinde evlendikten sonra, törenle kocası­nın evine götürülürdü. Evin eşiğinden kocası­nın kucağında atriuma taşınır ve yeni yaşamı başlardı.
Erkek çocuklar mor kenarlı togalarını 16 yaşında çıkarır, yerine herkesinki gibi beyaz toga giyerlerdi. Baba oğlunu alarak foruma götürür, onu Roma yurttaşı olarak kütüğe yazdırırdı; böylece delikanlı ilk seferberlikte askere gitmek için hazır olurdu. Romalılar oğullarının iyi bir asker olmasından övünç du­yardı. Askerden dönen bir patricinin oğlu mutlaka siyasete atılırdı. Mülk sahiplerinin oğullarının da siyaset yaşamına katıldığı olur­du. Genç bir adam ilk önce kent meclisine seçilir, görevi mısır stoklarının yeterli olup ol­madığını saptamak, halkın eğlence program­larıyla ilgilenmek olurdu. Bunun bir üstünde­ki görev muhasebe işleriyle ilgilenmekti. Da­ha sonraki aşama yargıçlıktı. Bundan sonra, şansı açık olan, bir eyalete vali atanabilirdi. Bir başka olasılık ise konsüllüğe seçilebilmek­ti. Cumhuriyet döneminde konsüller aynı za­manda yargıç oldukları için çok büyük bir yet­kiye sahiptiler.
Romalı ailede babanın çocukları üzerinde çok büyük otoritesi vardı. Kadınlara da saygı gösterilirdi. Romalı kadın evinin tüm sorum­luluğunu yüklenir, sokağa çıktığı zaman ona yol verilir ve kibar davranılırdı. Romalılar ai­le yaşamına büyük önem verirdi. Ev tanrıları­nın varlığı bunun kanıtıydı.

Yoksul Halk
Romalı patriciler köleleri sayesinde rahat bir yaşam sürerdi. Plebler de denen Romalı yok­sullar ise karanlık izbelerde üst üste yaşarlar­dı, ne ocakları, ne de evlerine bereket getire­cek tanrıları vardı. Evde yatar, ama yemekle­rini devletin sağladığı aşevlerinde yerlerdi.
Ünlü Romalı yazarlar hor gördükleri bu in­sanlara yapıtlarında pek yer vermediler. İS 1. yüzyılda yaşamış olan Decimus Iunius Iuvenalis, Roma halkının ekmekten ve sirke git­mekten başka bir şey bilmediğini yazmıştı. Sirkler, halkı oyalayarak ekmek derdini unut­turmayı amaçlıyordu. Araba yarışları, yabanıl hayvanlarla boğuşturulan köleler, sonu ölüm­le biten kanlı gladyatör dövüşleri bazen gün­lerce sürerdi.
Roma halkının yaklaşık yüzde 80'i işsiz ve yoksuldu. Erkekler orduya katılmaya can atardı. Böylece yaşamlarının bir amacı olurdu. Zengin Romalıların köle sahibi olmaları iş alanlarının tıkanmasına yol açıyor, plebler özgür doğmuş olsalar da iş güç sahibi olamı­yordu.
Köleler imparatorluğun işgali altındaki eya­letlerden getirilirdi. Villalarda hizmetçi ve uşak, tarlalarda işçi olarak çalıştırılırlardı. Bazen kâh­yalık da yaparlardı. Hiçbir hakkı olmayan kölelerin yalnızca görevleri vardı ve efendiler köle­lere diledikleri gibi davranırlardı.
Tarihinden Anekdotlar
Roma tarihinin büyük bir bölümü efsanelere dayalıdır. Venüs'ün soyundan gelen ikiz erkek kardeş Romolo ve Remo (Romulus ve Remus), Tiber (Tevere) Irmağı'nda bir beşik içerisinde başıboş bırakılırlar.
Taşan ırmak onları Palatino Tepesinin eteklerine fırlatır. Bebekleri bulan dişi kurt, onları kendi sütü ile besler. Daha sonra bir çoban onları bularak evine götürür ve büyütür.
Büyüdükleri zaman, doğuştan lider olan Romulus, bir saban ile şehir surlarını inşa eder. Şehir nüfusunu artırmak için gönüllü maceraperesteleri çağırır ve komşu krallık olan Sabine'lerin kadınlarını kaçırır.
Romulus'dan sonraki döneme imzalarını atan Etrüsk'lü krallar, Roma'da demokratik temeller oluşturarak,Roma'nın bir kaç yüzyıl içerisinde topraklarını sürekli olarak genişleten lider bir kuvvet olmasını sağlamışlardır.
İlk krallardan sonra, Senato ve Konsüllerden oluşan bir cumhuriyet rejimini de deneyen Roma, yüzyıllar süren bir dönem boyunca bilinen dünyanın büyük bir bölümünü ele geçirmiştir.
Bu yüzyıllar boyunca Roma'nın meşhur olan liderleri:
Galleri ve Mısırı ele geçiren Julius Caesar (Giulio Cesare),
M.S. 64'de bir çok kasabayı yakan Nerone (Neron),
Augustus (Augusto),
Trajan (Traiano),
Hadrian (Adriano), v.b.'dir.
Roma'nın gücü, Büyük İmparatorluğun en geniş sınırlarına sahip olduğu 3. yüzyılda düşmüştür. Savunması oldukça zor olduğundan İmparatorluk Doğu Roma İmparatorluğu ve Batı Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye bölünmüştür.

Papalı Roma
Roma İmparatorluğu doneminde büyük yayılma özelliği gösteren hıristiyanlık, önceleri cezalandırılmakta iken, sonraları müsamaha edilmiştir. Constantine doneminden serbest bırakılan din daha sonra devletin resmi dini olmuştur. Dinin lideri, Roma'nın Piskoposu, San Pietro (St. Peter)'nun halifi, Roma helkının en yetkili ruhani lideri durumuna gelmiş, İmparatorların gidişinden sonra çok zorlu dönemlerde yaşamışlardı.
Roma, 546 yılında Almanlar, 846 yılında Saracenler ve 1084'de İmparator tarafından kuşatılan Papa'yı kurtarmak için gelen Robert Guiscard'lı Normanlılar tarafından tahrip edilir. Papa'nın Avinion'da sürgünde olduğu dönemde Roma, önemli ailelerin kontrolü altında kalmıştır. Döndüğünde tamamen harap olmuş bir şehir bulan Papa XI. Gregorio'dan sonraki dönemde Roma, Papa'nın sürekli kalacağı bir yer olmuştur. IV. Sisto (1471-1484), II. Giulio (1503-1513) ve X. Leo (1513-1521) gibi Papaların etkisiyle Roma, İtalya'nın önemli artistik merkezlerinden birisi olmuştur. Rönesanas burada büyük gelişme göstermiştir: Bramante ve Michelangelo San Pietro Bazilikasını yeniden inşa etmişler ve IV. Sisto Sistina Şapelini inşa ettirmiştir. Perugino, II Sodoma, Raffaello and Michelangelo gibi büyük artistler burada çalışmışlar ve 1527'de Roma, V. Charles tarafından bir kez daha yağmalanmıştır.

Risorgimento ve Modern Roma
''Barbarları dışarıya atmak'' ve kendi rejimini kurmak olan Papa II. Giulio'nun düşünceleri, İtalyanlar tarafından ulusal hislerin yeniden doğmasını sağlamış ve İtalya Organizasyonu ve Birliği kurulmasına öncülük etmiştir. Bu nedenle 1846 yılında Papa ilan edildiğinde IX Pio, Liberal idareyi kabul eden bir lider olmuştur.Ne yazık ki, bir hıristiyan olarak Avusturya'ya karşı savaş ilan etmeye vicdanı el vermezç Bu nedenle, İtalya'nın baskısına uğrar. Sonunda, şiddetli saldırılara karşı kendisini şüphe ve sıkıntılar içerisinde bulan IX. Pio, kaçarak Gaeta'da sığınacak yer bulur.
Böylece, İtalya Birliği Papa olmadan kurularak Piemonte-Sardunya Kralı II. Vittorio Emanuele, 13 Mart 1861 tarihinde İtalya'nın kralı ilan edilir.
Fakat Roma, Katoliklerin başkenti, onu elden kaçırmıştır. Diplomatik ataklar onun geçici hükümdarlığını 1870 yılına kadar feragat etmesini ikna edememiştir.
Vittorio Emanuele, Kutsal Baba ile yapılan son bir temasın ardından, Papa'nın muhafızlarının direnmesine rağmen Roma'yı ele geçirir. O zamandan itibaren Papa, kendisini İtalya Devletinin bir mahkumu olarak kabul eder ve bu Roma Sorunu'nun çözümü, 1929 yılında Laterano Anlaşmasını imzalayan ve daha yatıştırıcı olan XI. Pio tarafından gerçekleştirilir.
Benito Mussolini'nin Roma'da kurmuş olduğu rejimin hemen ardından, aynı yılın Mart ayından sonra kurulmuş olan Vatikan Şehri, Roma'nın en önemli turistik merkezlerinden birisi durumundadır.
Antik Roma
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Antik Roma, MÖ 9. yüzyılda İtalya Yarımadası'nda kurulan Roma şehir devletinden doğarak tüm Akdeniz'i çevreleyen muazzam bir imparatorluk haline gelen medeniyetin adıdır. Yaklaşık 12 yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı bir monarşiden oligarşi ve cumhuriyetin bileşimi bir demokrasiye ve daha sonra da otokratik bir imparatorluğa dönüşmüştür. Fetih ve asimilasyon yollarıyla Batı Avrupa ve Akdeniz'i çevreleyen bölgede egemen olmuştur.
Bununla birlikte Roma İmparatorluğu zaman içinde düşüşe geçmiş ve çökmüştür. Hispanya, Galya ve İtalya'yı içine alan batı imparatorluğu 5. yüzyılda bağımsız krallıklara bölündü. Batı imparatorluğunun 476 yılında sona ermesi Roma'nın yıkılışı ve Orta Çağ'ın başlangıç tarihi kabul edilir. Öte yandan İstanbul'dan yönetilen doğu imparatorluğu, 1453 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.
Roma uygarlığı, kültürel olarak yoğun biçimde ilham aldığı ve örnek edindiği Antik Yunan ile birlikte "klasik antikite" içine dahil edilir. Antik Roma Batı dünyasındaki hukuk, savaş, sanat, edebiyat, mimari, teknoloji ve dil konularının gelişimine büyük katkıda bulunmuştur ve hâlen de günümüz dünyası üzerinde büyük etkiye sahiptir.


Tarihi
Monarşi

Ad:  She-wolf_suckles_Romulus_and_Remus.jpg
Gösterim: 75
Boyut:  51.5 KB
Romulus ve Remus'u emziren dişi kurt

Efsaneye göre Roma 27 Nisan MÖ 753 tarihinde Truva prensi Aeneas'ın torunları olan Romulus ve Remus adlı ikiz kardeşler tarafından kuruldu. Alba Longa'nın Latin kralı Numitor gaddar kardeşi Amulius tarafından tahtından edilmiş ve Numitor'un kızı Rhea Silvia Romulus ve Remus'u doğurmuştu. Rhea Silvia Mars'ın tecavüzüne uğramış bir Vesta bakiresiydi ve bu da ikizleri yarı tanrı konumuna getirmişti. İkizlerin tahtı yeniden ele geçirmelerinden korkan yeni kral Romulus ve Remus'un boğdurulmasını emretti. Dişi bir kurt (bazı anlatımlara göre bir çobanın karısı) ikizleri kurtardı ve büyüttü. İkizler yeterince büyüdüklerinde Alba Longa tahtını Numitor'a geri verdiler. Ardından kendi şehirlerini kurdular. Ancak Romulus şehrin ilk kralının kim olacağıyla ilgili bir tartışmada Remus'u öldürdü. Böylece şehir Romulus'un adıyla anılmaya başlandı. Efsaneye göre şehirde kadın olmadığından Latinler Sabinleri bir festivale davet ettiler ve bakire kadınlarını çaldılar. Bu da Latinler ile Sabinlerin entegrasyonuna yol açtı.
Roma şehri Tiber nehrinin sığ bir bölümündeki yerleşimlerin gelişmesiyle ortaya çıkmıştı. Arkeolojik bulgulara göre Roma köyü muhtemelen MÖ 8. yüzyılda kurulmuştu ancak bu tarih MÖ 10. yüzyıla kadar götürülebilir. Etrüsklerin MÖ 7. yüzyıl sonlarında aristokrat ve monarşik bir elit kesim oluşturarak bölgede siyasi kontrol sağladıkları anlaşılmaktadır. Etrüskler MÖ 6. yüzyıl sonlarında bölgedeki güçlerini yitirdiler ve bu noktada Latin ve Sabin kabileleri yöneticilerin iktidarını çok daha fazla sınırlayan bir cumhuriyet oluşturarak kendi devletlerini yeniden kurdular.


Cumhuriyet
Titus Livius gibi daha sonraki dönemlerin yazarlarının anlattıklarına göre Roma Cumhuriyeti Roma'nın yedi kralından sonuncusu Gururlu Tarkinus'un tahttan indirildiği ve her yıl seçilen magistralar (memurlar) ve çeşitli temsili kurumlardan biraraya gelen bir sistemin oluşturulduğu MÖ 509 tarihinde kuruldu. En önemli magistralar kuvvet yetkisi ya da askeri kumandanlık yetkisine sahip iki konsüldü. Konsüller patricilerden (asiller) oluşan Roma Senatosu ile çekişmek durumundaydılar. Senato başlangıçta önde gelen asillerden oluşan ve tavsiyelerde bulunan bir kurumdu ancak zaman içinde gücü de, boyutu da arttı. Diğer görevliler praetorlar, aedilisler ve queastorlar idi. Magistralıklar başlangıçta yalnızca soylulara mahsustu. Ancak daha sonra sıradan insanlara (plebler ) da açıldı. Cumhuriyet meclisi comitia centuriata (centuria komisi) ve comitia tributadan (tribus komisi) oluşuyordu.
Romalılar Etrüskler de dahil olmak üzere İtalya Yarımadası'ndaki diğer halkları boyunduruk altına aldılar. Roma'nın İtalya'daki hegemonyasına yönelik son tehdit MÖ 281 yılında önemli bir Yunan kolonisi olan Taranto'dan gelmiş ancak bu da savuşturulmuştur. Romalılar stratejik bölgelerde koloniler kurarak fethettikleri yerleri güvence altına almışlar ve bölgede dengeli bir denetim sağlamışlardır. MÖ 3. yüzyılın ikinci yarısında Roma Kartaca ile Pön savaşlarının ilkinde karşı karşıya geldi. Bu savaşlar sonunda Roma Sicilya ve Hispanya'da ilk deniz aşırı fetihlerini yaptı ve önemli bir emperyal güç olarak yükselişe geçti. MÖ 2. yüzyılda Makedonya ve Selefki imparatorluklarını bozguna uğrattıktan sonra Romalılar Akdeniz'in hâkimi haline geldiler.
Ancak bu hâkimiyet iç çekişmelere yolaçtı. Senatörler eyaletlerin üstünden zengin oldular ama çoğunluğu ufak çaplı çiftçi olan askerler daha uzun süre evlerinden uzak kalıyorlardı ve topraklarıyla ilgilenemiyorlardı. Ayrıca yabancı kölelere yönelik eğilim maaşlı iş sayısını azaltıyordu. Savaş ganimetleri, yeni bölgelerdeki merkantilizm ve tımar sistemi zenginler için yeni ekonomik fırsatlar yarattı ve yeni bir tüccar sınıfı olan atlı sınıfını ortaya çıkardı. Roma hukukuna göre Senato üyeleri ticaretle uğraşamıyorlardı. Dolayısıyla atlılar teoride senatoya girseler de siyasi iktidar bakımından son derece kısıtlandırılmışlardı. Senato sürekli olarak toprak reformlarını geri çevirerek atlı sınıfına hükümette daha fazla söz hakkı vermeyi reddetti. Rakip senatörlerin kontrolündeki şehirli işsizlerden oluşan çeteler şiddet yoluyla seçmenlere gözdağı veriyorlardı. MÖ 2. yüzyıl sonunda sulh hâkimi olan Gracchus kardeşlerin patricilerin elindeki toprakları pleblere dağıtacak bir reform yasasını geçirmeleriyle mesele kritik bir noktaya geldi. Her iki kardeş de öldürüldü ancak senato pleb ve atlı sınıflarının huzursuzluğunu yatıştırmak için Gracchus kardeşlerin reformlarından bazılarını geçirdi. Müttefik İtalyan şehirlerinin Roma vatandaşlığı alamamaları MÖ 91-88 yılları arasında yaşanan Sosyal Savaş'a neden oldu. Marius'un yaptığı askerî reformlar askerlerin kumandanlarına şehre duyduklarından daha fazla bağlılık duymasına neden oldu. Bu Marius ile Sulla arasında Sulla'nın MÖ 81-79 yılları arasındaki diktatörlüğüyle sonuçlanacak iç savaşa yolaçtı.
MÖ 1. yüzyılın ortalarında Jül Sezar, Pompey ve Crassus cumhuriyeti kontrol altına almak için Birinci Triumvirate olarak bilinen gizli bir üçlü yönetim anlaşması yaptılar. Sezar'ın Galya'yı fethetmesinden sonra senato ile Sezar'ın arası açıldı ve Sezar ile Pompey'in önderlik ettiği senato güçleri arasında bir iç savaş çıktı. Savaşı Sezar kazandı ve ömür boyu diktatör ilan edildi. MÖ 44'de Sezar, tüm iktidarı kendi elinde toplamasına karşı olan senatörler tarafından anayasal hükümeti geri getirmek amacıyla öldürüldü. Ancak sonrasında Sezar'ın varisi olarak gösterdiği Augustus ile Sezar'ın eski yandaşları Marcus Antonius ve Lepidus'tan oluşan ikinci bir üçlü yönetim başa geldi. Ancak bu ittifak çok geçmeden bir iktidar mücadelesine dönüştü. Lepidus sürgüne gönderildi ve Augustus, Marcus Antonius ile Kleopatra'yı MÖ 30'de Aktium Savaşı'nda yenerek MÖ 34'de Roma'nın tartışmasız hükümdarı oldu.


İmparatorluk
Tüm düşmanlarını yenen Augustus cumhuriyetin devlet yapısını görünüşte yerinde bırakarak neredeyse tüm iktidarı elinde topladı. Halefi Tiberius ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan başa geçti ve 68'de Nero'nun ölümüne kadar devam eden Julio-Claudian hanedanını kurdu. Artık imparatorluk olan Roma'nın genişlemesi ahlâksız ve yoz bazı imparatorlara (Caligula tam anlamıyla deliydi ve Nero da gaddarlığı ve devlet işlerinden ziyade kişisel meselelerine zaman ayırmasıyla bilinirdi) rağmen devam etti. Julio-Claudian hanedanını Flavian hanedanı takip etti. "Beş İyi İmparator" döneminde (96-180) imparatorluk toprak genişliği, eknonomi ve kültür bakımından doruk noktasına ulaştı. Pax Romana sırasında iç ve dış tehditlerden uzak Roma zenginleşti. Trajan döneminde Daçya'nın fethiyle imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı. Roma toprakları 6,5 milyon km²'lik bir alanı kapsıyordu.


Ad:  Roman_empire.png
Gösterim: 77
Boyut:  8.5 KB
Roma İmparatorluğu'nun en geniş hali

193 ile 235 yılları arasındaki döneme Severus hanedanı hâkim oldu ve Elagabalus gibi yetersiz bazı hükümdarlar başa geçti. Buna ilaveten ordunun kimin imparator olacağı üzerinde artan etkisi uzun süreli bir emperyal çöküşe ve Üçüncü Yüzyıl Krizi olarak adlandırılan dış istilalara neden oldu. Kriz Diocletianus döneminde aşıldı. Diocletianus 293 yılında imparatorluğu iki imparator ve onların yarımcılarından oluşan bir tetrarşi ile yönetilmek üzere doğu ve batı olarak ikiye ayırdı. Yarım yüzyıldan uzun bir süre birçok ortak yönetici imparatorluğun başına geçmek için mücadele etti. 11 Mayıs 330'da imparator I. Constantinus Byzantion'u Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan etti ve adını Konstantinopolis olarak değiştirdi. İmparatorluk 395 yılında Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans İmparatorluğu) ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ebediyen ikiye bölündü.
Batı İmparatorluğu sürekli olarak barbar akınlarından mustaripti ve imparatorluğun çöküşü aşamalı olarak sürdü. 4. yüzyılda Hunların batıya akını Vizigotların imparatorluk sınırları içine irtica etmelerine neden oldu. 410 yılında I. Alarik önderliğindeki Vizigotlar Roma şehrini yağmaladılar. Vandallar Galya, İspanya ve Kuzey Afrika'daki Roma topraklarnı istila ettiler ve 455'de Roma'yı yağmaladılar. 4 Eylül 476'da Germen Odoakr batının son Roma imparatoru Romulus Augustus'u tahttan indirdi. Yaklaşık 1200 yılın sonunda Roma'nın Batı'daki egemenliği sona erdi.

Doğu imparatorluğu ise Jüstinyen döneminde bir süreliğine de olsa Kuzey Afrika ve İtalya'yı ele geçirdi. Ancak Jüstinyen'in ölümünden sonra Doğu Roma'nın Batı'da sahip olduğu topraklar İtalya'nın güneyi ve Sicilya ile sınırlı kaldı. Doğuda İslâm'ın yükselişi bir tehdit unsuruydu. Müslümanlar Suriye ve Mısır'ı ele geçirdiler ve çok geçmeden Konstantinopolis'e doğrudan bir tehdit oluşturmaya başladılar. Ancak Doğu Roma 8. yüzyılda Müslümanların kendi topraklarındaki ilerleyişini durdurmayı başardı ve 9. yüzyıldan itibaren kaybedilen toprakları geri aldı. MS 1000 yılında imparatorluk tarihinin en görkemli dönemini yaşamaktaydı. Bu dönemde II. Basileios Bulgaristan ve Ermenistan'ı yeniden ele geçirmiş, kültür ve ticaret gelişmişti. Ne var ki, çok geçmeden bu ilerleme 1071'de yapılan Malazgirt Savaşı ile aniden kesildi. Ardından da imparatorluk çöküşe geçti. İç çekişmeler ve Türk istilaları sonunda imparator Aleksios I. Komnenos 1095'de Batı'dan yardım istemek zorunda kaldı. Karşılık olarak Batı Haçlı Seferleri düzenledi. Dördüncü Haçlı seferi'nde İstanbul yağmalandı ve işgal edildi. İstanbul'un 1204 yılında işgal edilmesinin ardından imparatorluk topraklarında ardıl devletler ortaya çıktı ve içlerinden İznik'de kurulan devlet galip geldi. Konstantinopolis'in geri alınmasından sonraki dönemde imparatorluk Ege kıyılarına hapsolmuş bir Yunan devletinden ibaret hale geldi. Doğu imparatorluğu 29 Mayıs 1453'de Fatih Sultan Mehmet önderliğinde Osmanlıların Konstantinopolis'i ele geçirmesiyle yıkıldı.

Toplum
Antik Roma'da yaşam yedi tepe üzerine kurulmuş olan Roma şehri etrafında dönerdi. Şehirde Kolezyum, Trajan Forumu ve Pantheon tapınağı gibi birçok anıtsal yapı bulunuyordu. Yüzlerce kilometre uzunluğundaki su yollarından gelen temiz suların aktığı çeşmeler, tiyatrolar ve kütüphaneleri ve dükkânları bulunan hamamlar vardı. Antik Roma'nın kontolünde olan topraklarda ikamet binaları mütevazı evlerden kırsal kesimde bulunan villalara kadar çeşitlilik gösteriyordu. Başkent Roma'daki Palatine tepesinde imparatorluk binaları bulunurdu. Alt ve orta sınıflar şehir merkezinde, neredeyse bugünkü modern gettoları anımsatan apartmanlarda otururlardı.

Roma şehri 1 milyona yaklaşan nüfusuyla döneminin en büyük şehriydi (19. yüzyıl Londra'sı ile aynı nüfus). Roma'daki kamusal alanlarda demir araba tekerleklerinin sesi o kadar gürültü çıkartırdı ki bir keresinde Jül Sezar geceleri araba kullanımını yasaklamıştı. Tarihsel tahminlere göre antik Roma yönetimi altında yaşayan halkın yüzde 20'si 10.000 ve daha fazla nüfusa sahip şehir merkezlerinde ve askerî karargahlarda yaşıyordu ki bu sanayi devrimi öncesi standartlara göre oldukça yüksek bir şehirleşme oranı. Bu şehir merkezlerinin çoğunda bir forum, tapınaklar ve Roma'dakilere benzer ama daha ufak büyüklükte yapılar vardı.

Devlet
Başta Roma krallar tarafından yönetiliyordu. Krallar sırayla Roma'nın başlıca kabilelerinden seçiliyordu. Kralın gücünün sınırlarının ne olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Mutlak iktidar sahibi de olabilir, Senato ve halkın baş yöneticisi de. En azından askerî konularda kralın otoritesinin mutlak olduğu muhtemeldir. Kral aynı zamanda dinin de başındaki kişiydi. Kralın dışında üç yönetici meclis vardı. Krala danışma kurulu olarak hizmet veren Senato, kralın önerdiği yasaları onaylayıp geçiren Comitia Curiata ve halka duyuru yapmak veya halkın belli olaylara tanıklık etmesi için kullanılan Comitia Calata.

Roma Cumhuriyeti'ndeki sınıf mücadeleleri demokrasi ve oligarşinin alışılmadık bir harmanına neden olmuştu. Roma yasaları geleneksel olarak Comitia Tributa'nın oyuyla geçiyordu. Aynı şekilde kamu görevlerine aday olanlar halk tarafından seçiliyordu. Ancak danışma kurulu olarak hizmet veren Roma Senatosu oligarşik bir yapıydı. Cumhuriyet döneminde senatonun otoritesi çok yüksekti fakat yasama gücü yoktu. Ne var ki, senatörlerin bireysel olarak nüfuzu o kadar fazlaydı ki Senato'nun rızası olmadan herhangi bir şey elde etmek pek kolay değildi. Yeni senatörler Censura tarafından en başarılı patriciler arasından seçilirdi. Censura bir senatörü "ahlâksızlık" suçlamasıyla görevden alabilirdi de.
Cumhuriyetin sabit bir bürokrasisi yoktu ve vergiler tımar sistemiyle toplanırdı. Devlet mevkileri görevin başınaki kimsenin gelriyle finanse edilirdi. Herhangi bir vatandaşın elinde çok fazla güç toplamasını engellemek için her yıl yeni magistralar seçilirdi ve magistralar çalışma arkadaşlarından biriyle güçlerini paylaşmak zorundaydılar. Örneğin normal şartlarda en yüksek mevkide iki konsül bulunurdu. Acil durumlarda ise geçici bir diktatör atanırdı. Cumhuriyet boyunca yönetim sistemi yeni taleplere uyum göstermek amacıyla birkaç defa elden geçmişti. Sonunda sürekli genişleyen Roma saltanatının kontrolü için yetersiz kaldığı görüldü ve Roma İmparatorluğu kuruldu.
İmparatorluğun erken dönemlerinde cumhuriyetçi devlet yapısı görünüşte korundu. Roma imparatoru yalnızca bir princep, ya da "birinci vatandaş" olarak tanımlanıyordu. Senato evvelce halk meclislerinin elinde olan tüm yasama gücünü ve hukukî yetkileri elinde toplamıştı. Ancak zamanla imparatorların yönetimi giderek otokratikleşti ve senato da imparator tarafından tayin edilen bir danışma kurulundan ibaret hale geldi. Cumhuriyetin senatodan başka daimi bir devlet yapısı olmadığından imparatorluğa yerleşmiş bir bürokrasi miras kalmamıştı. İmparator asistanlar ve danışmanlar tayin ederdi fakat devletin merkezî bütçe gibi birçok kurumu eksikti. Bazı tarihçiler bunu imparatorluğun çöküşünde önemli bir sebep olarak göstermişlerdir.
İmparatorluk toprakları eyaletlere ayrılmıştı. Gerek yeni toprakların işgal edilmesinden ötürü, gerekse de güçlü yerel yöneticilerin isyan heveslerini kırmak için eyaletlerin daha küçük parçalara bölünmesinden ötürü eyaletlerin sayısı zaman içinde artmıştır. Augustus'un iktidara gelmesinden sonra eyaletler valiyi seçen kuruma göre imparatorluk ya da senato eyaletleri olarak ayrıldı. Diocletianus dönemindeki tetrarşi sırasında imparatorluk her birinin başında bir praetor olan 12 psikoposluk bölgesine ayrıldı. Sivil ve askerî yönetim ayrıldı. Sivil yönetim valiye, askerî kumandanlık ise dux'a verildi.
Yerel düzeyde ise kasabalar eski askerler veya alt sınıf Romalıların yaşadığı colonia ve azat edilmiş köylülerin yaşadığı municipia olarak ikiye yarılmıştı.


Hukuk
Antik Roma'daki hukukî prensipleri ve uygulamalarının kökeni MÖ 449'dan kalma oniki tablet yasalarına ve 530 yılı civarında imparator Jüstinyen'in yaptığı yasalara dayandırılabilir. Jüstinyen'in kanunnamesiyle muhafaza edilen Roma hukuku Doğu Roma İmparatorluğu boyunca devam etmiş ve Kıta Avrupası'nın batısında benzer yasal düzenlemelere temel olmuştur. Roma hukuku daha geniş anlamda 17. yüzyılın sonuna kadar Avrupa'nın büyük bölümünde uygulanmaya devam etti.

Jüstinyen ve Theodosius yasalarının da içerdiği üzere antik Roma hukukunun başlıca kısımları Ius Civile, Ius Gentium ve Ius Naturale'den oluşuyordu. Ius CivilePraetores Urbani vatandaşların taraf olduğu davalarda yargı yetkisine sahip bireylerdi. ("Yurttaş yasası") Roma vatandaşlarının tâbi olduğu medenî kanundu. Ius Gentium ("Milletler yasası") yabancılara ve onların Roma vatandaşlarıyla olan münasebetlerinde uygulanan medenî kanundu. Praetores Peregrini vatandaşlarla yabancılar arasındaki davalarda yasama yetkisine sahip bireylerdi. Ius Naturale tabii kanunu içine alan ve herkes için geçerli olan kanunlar manzumesiydi.

Ekonomi
Antik Roma çok fazla doğal kaynağa ve insan kaynağına sahip fevkelade geniş bir alana hükmediyordu. Roma ekonomisi tarım ve ticarete yoğunlaşmıştı. Serbest tarım ticareti İtalya'nın görünümünü değiştirmiş ve MÖ 1. yüzyılda üzüm ve zeytin arsaları ithal hubabat fiyatlarıyla başedemeyen küçük çiftçilerin yerini almıştı. Mısır, Sicilya, Tunus ve Kuzey Afrika'nın alınması devamlı bir hubabat akışı sağlamıştı. Zeytinyağı ve şarap İtalya'nın başlıca ihraç ürünleri haline gelmişti. Nöbetleşe ekin uygulanmakla birlikte genel verimlilik düşüktü ve hektar başına 1 ton civarındaydı.

Ad:  800px-Antonia1.jpg
Gösterim: 75
Boyut:  39.3 KB
MÖ 82-83 yıllarından bir denarius

Sanayi ve imalat faaliyetleri daha küçüktü. Bu alandaki en büyük faaliyetler dönemin binalarının inşası için malzeme sağlayan madencilik ve taşocakçılığı idi. İmalatta üretim daha küçük ölçekteydi ve genelde atölyeler ve en fazla 10 küsur işçi çalıştıran küçük fabrikalardan ibaretti. Ancak bazı tuğla fabrikalarında yüzlerce işçi çalışırdı.
Peter Temin gibi bazı iktisat tarihçileri Roma İmparatorluğu'nun ilk dönemlerindeki ekonomisinin bir pazar ekonomisi ve verimlilik, şehirleşme ve sermaye pazarlarının gelişimi bakımından o güne kadarki en gelişmiş tarım ekonomisi olduğunu savunurlar. O kadar ki sanayi devrimi öncesi ekonomilerle, 18. yüzyıl İngiltere ekonomisi ve 17. yüzyıl Hollanda ekonomisi ile mukayese edilebilir. Her tür ürünün pazarı vardı. Toprak, kargo gemileri ve hatta sigorta pazarı da vardı.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ekonomi küçük arazilere ve ücretli iş gücüne dayalıydı. Ancak yapılan fetihlerle köleler giderek çoğaldı ve ucuzladı. Cumhuriyetin son dönemlerinde ekonomi büyük ölçüde gereg vasıflı işlerde gerekse vasıfsız işler için kullanılan köle gücüne dayanıyordu. Bu dönemde kölelerin Roma Cumhuriyeti nüfusunun yüzde 20'sini, Roma şehrinin ise yüzde 40'ını oluşturduğu tahmin ediliyor. İmparatorluk döneminde fetihlerin sona ermesinin ardından köle fiyatları ancak arttı ve maaşlı iş gücü köle tutmaktan daha ekonomik hale geldi.

Antik Roma'da takas sistemi, genellikle de vergi toplanmasında uygulanduysa da Roma'nın oldukça gelişmiş bir madeni para sistemi vardı. Pirinç, bronz ve değerli madenlerden yapılan madeni paralar imparatorluk içinde ve dışında kullanılmaktaydı. Hindistan'da bile Roma paraları bulunmuştur. MÖ 3. yüzyıldan evvel orta İtalya'da bakır ağırlığına göre değiş tokuş edilirdi. Orijinal bakır madeni paraların (as) bir pound bakır değeri vardı ama aslında ağırlığı daha azdı. Böylece Roma parasının değeri giderek aslî değerinin üstüne çıktı. Nero'nun gümüş denarius'un değerini düşürmeye başlamasından sonra değeri aslî değerinden üçte bir daha değerli hale geldi.
Pazarlardan ziyade askerî karakolları birbirine bağlamak için inşa edilen Roma yollarının tekerlekli araçlara göre tasarlandığı pek söylenemez. Atlar çok pahalı, yük hayvanları da çok yavaştı. Bu yüzden MÖ 2. yüzyılda Roma deniz ticaretinin yükselişine kadar Roma toprakları içinde emtia nakli oldukça azdı. Bu dönemde bir geminin Cádiz'den yola çıkıp Ostia üzerinden tüm Akdeniz'i katederek İskenderiye'ye varması bir aydan az sürüyordu. Denizden yapılan nakliyat karadakinden 60 kez daha ucuzdu.


Sınıfsal yapı
Roma toplumu son derece hiyerarşik bir yapıya sahipti. Toplumun en alt kesiminde köleler (servi), onların üztünde azledilmişler (liberti) ve en üstte de özgür doğmuş vatandaşlar (cives) vardı. Özgür vatandaşlar da kendi aralarında sınıflara ayrılmıştı. En net ve eski ayrım şecerelerini şehrin 100 kurucu atasına dayandırabilen patriciler ve bunu yapamayan plebler arasındaydı. Siyasi, adli,
iktisadi ve dini sahada imtiyazlı olan patriciler, devletin yüksek memuriyetlerine ve rahipliklere seçilebiliyor; yazılı olmayan örf ve adete göre iş gören toprakların bir kısmını işliyor, Roma mahkemelerinde yargıçlık vazifesini yine yalnız onlar görüyordu. Devlet kullanmadığı toprakları vatandaşlarına ufak bir ücret karşılığında satıyordu ki, bundan asıl faydalananlar yine Particiler oluyordu. Böylece elinde gayet az bir toprağı olan Pleb bir vatandaş askere giderken, (silah,elbise)gerekli bütün masrafları kendisi karşılamak zorunda olduğu için, durumu büsbütün bozuluyor ve bunu düzeltmek için, durumu iyi olanlardan aldığı borcunu vaktinde ödeyemediği zaman, köle oluyordu. Cumhuriyetin sonraki dönemlerinde bazı pleb sınıfına mensup ailelerin zenginleşerek politikaya girmeleri ve bazı patricilerin darboğaza düşmeleriyle bu ayrım daha önemsiz hale geldi. Patrici olsun, pleb olsun sülalesinde bir konsül bulunan herkes asil (nobilis) sayılırdı. Marius ve Cicero gibi geldiği ailenin çıkardığı ilk konsül olan kişiler novus homo (yeni adam) olarak bilinirdi ve torunlarına asil sıfatı kazandırırdı. Yine de patrici kökenli olmanın hatırı sayılır bir itibarı vardı ve dinî görevlerin çoğu yalnızca patricilere açıktı.
Kökeninde askeri hizmete dayalı bir sınıf ayrımı daha önemli hale geldi. Bu sınıfların mensupları belirli aralıklarla Yargıçlar tarafından mülklerine göre belirlenirdi. En zengin olanlar siyasete hükmeden ve orduya kumandanlık eden Senato mensubu sınıftı. Ardından başlangıçte gücü savaş atı edinmeye yeten ve bir tüccar sınıfı oluşturan equestrianlar (atlı sınıfı ya da şövalyeler) gelirdi. Ardından edinebildikleri askerî teçhizatlara göre bir dizi sınıf gelirdi. En altta ise hiçbir mülkü olmayan vatandaşlardan oluşan proletarii vardı. Marius'un reformlarından önce orduda görev alma hakları yoktu ve zenginlik ve itibar bakımından azledilmişlerin bir basamak üstündeydiler.
Cumhuriyet döneminde oy verme yetkisi de sınıflara göre değişiyordu. Vatandaşlar seçmen "kabilelerine" kayıtlıydılar. Zengin sınıfların kabileleri yoksul sınıflara oranla daha az üyeye sahipti. Proletarii'nin tamamı tek bir kabileye kayıtlıydı. Oy verme işlemi sınıf sırasıyla yapılırdı ve kabileler çoğunluğu elde edilir edilmez tamamlanırdı dolayısıyla yoksul sınıflar çoğu zaman oy bile kullanamazlardı.

Müttefik yabancı şehirlere genellikle Latin Hakkı verilirdi. Bu vatandaşlarla yabancılar (peregrini) arasında bir statüydü. Bu hakla söz konusu şehrin önde gelen magistraları Roma vatandaşı olabiliyordu. Latin haklarının farklı seviyeleri vardı ancak esas ayrım con suffrage ("oy veren"; bir Roma kabilesine kayıtlı ve comitia tributa'da yeralabilen) ile sans suffrage ("oy veremeyen"; Roma siyasetinde yeralamayan) arasındaydı. Roma'nın İtalya'daki müttefiklerinden bazılarına MÖ 91-88 arasında yaşanan Sosyal Savaş'tan sonra tam vatandaşlık verilmiş ve 212 yılında tam Roma vatandaşlığı Caracalla tarafından imparatorluktaki tüm özgür doğmuş kişilere verilmişti. Kadınların bazı temel hakları vardı ancak tam vatandaş sayılmıyorlardı, dolayısıyla oy vermeleri ya da siyasette yeralmaları söz konusu değildi.

Aile
Roma toplumunun temel birimleri ev halkı ve ailelerdi. Ev halkı evin reisi paterfamilias (ailenin babası), karısı, çocukları ve diğer akrabalardan oluşuyordu.
Üst sınıflarda köleler ve hizmetkârlar da ev halkının bir parçasıydı. Evin resinin kalan ev halkı üzerindeki gücü (patria potestas, "babanın gücü") çok fazlaydı. Aile üyelerini evlenmeye ya da boşanmaya zorlayabilir, çocuklarını köle olarak satabilir, ailesindekilerin mallarına el koyabilir ve hatta aile üyelerini öldürebilirdi (ancak bu sonuncusunun MÖ 1. yüzyıldan sonra kalktığı anlaşılmaktadır).
Patria potestas yetişkin erkek evlatların üzerinde bile geçerliydi. Bir erkek babası hayatta olduğu sürece paterfamilias olamadığı gibi gerçek anlamda mülk sahibi de olamıyordu. Roma tarihinin erken dönemlerinde bir kız evlat evlendiğinde kocasının ailesinin paterfamilias'ının kontrolüne (manus) geçerdi. Ancak cumhuriyetin son dönemlerinde kadınların kendi babalarının ailesini gerçek ailesi olarak seçebilmeleriyle bu durum değişmiştir. Ne var ki Romalılar şecereyi erkeğin soyuna göre tuttuklarından kadının doğurduğu çocuklar kocasının ailesine ait oluyordu.

Birbirine akraba ev halkları bir aile (gens) oluştururlardı. Aileler kan bağı (veya evlatlık) üzerine dayalıydı ancak aynı zamanda siyasi ve ekonomik ittifaklardı. Özellikle Roma Cumhuriyeti döneminde bazı güçlü aileler, ya da Gentes Maiores siyasi yaşama hâkim olmuşlardır.
Antik Roma'da evlilik özellikle üst sınıflarda romantik bir ilişkiden ziyade çoğunlukla malî ve siyasi bir ittifak olarak görülürdü. Babalar genellikle kızları oniki, ondört yaşlarına geldiklerinde koca arayışına girerlerdi. Koca neredeyse istisnasız gelinden daha yaşlı olurdu. Üst sınıfa mensup kızlar çok genç yaşta evlenirken daha alt sınıftan kızların onlu yaşlarının sonlarında veya yirmili yaşlarının başlarında evlendiklerine dair kanıtlar vardır.

Eğitim
Cumhuriyetin erken dönemlerinde okul olmadığından erkek çocukları okuma
yazmayı ya ebeveynlerinden ya da genellikle Yunan kökenli olan paedagogi adı verilen eğitimli kölelerden öğreniyorlardı. Bu dönemde eğitimin başlıca amacı delikanlıları tarım, savaş, Roma gelenekleri ve kamu işleri konusunda eğitmekti. Genç erkekler şehir hayatını babalarına dinî ve siyasi görevlerinde eşlik ederek öğrenirlerdi. Asillerin oğulları Senato'da da babalarına eşlik ederlerdi. Asillerin oğulları 16 yaşına geldiklerinde önde gelen bir siyasi şahsiyetin yanına stajyer olarak verilir ve 17 yaşına geldiklerinde orduyla sefere gönderilirlerdi (bu sistem imaparatorluk döneminde de bazı asil aileler arasında geçerliydi. Eğitim faaliyetleri MÖ 3. yüzyılda Helen krallıklarının fethedilmesi ve sonrasındaki Yunan etkisiyle ıslah edilmiştir ancak yine de Roma eğitimi hâlen Yunan eğitiminden oldukça farklıydı. Ebeveynlerin imkânları elveriyorsa erkek çocukları ve bazı kız çocukları 7 yaşında lüdus adı verilen özel okula gönderilirdi. Burada 11 yaşına kadar litterator veya magister adı verilen ve genellikle Yunan kökenli olan bir öğretmenden temel okuma yazma, aritmetik ve bazen de Yunanca öğrenirlerdi. 12 yaşından itibaren öğrenciler ortaokula devam ederlerdi. Burada grammaticus adı verilen öğretmenden Yunan ve Roma edebiyatını öğrenirlerdi. 16 yaşında bazı öğrenciler belagat okuluna giderlerdi. Buradaki hocalar da neredeyse istisnasız Yunandı ve kendilerine rhetor denirdi. Bu okullar öğrencileri hukuk kariyerine hazırlıyordu ve öğrenciler Roma yasalarını ezberlemek zorundaydı. Dinî günler ve pazar günleri dışında öğrenciler her gün okula giderdi. Yaz tatilleri vardı.

Kültür
Dil
Romalıların ana dili Latince'ydi. Alfabede Yunan alfabesini temel almış olan Etrüsk alfabesi temel alınmıştı. Her ne kadar günümüze kalan Latin edebiyatının dili MÖ 1. yüzyılda ortaya çıkan ve yapay, fazlasıyla sitilize edilmiş ve kibarlaştırılmış bir edebi lisan olan Klasik Latince olsa da Roma İmparatorluğu'nda günlük konuşma dili Klasik Latince'den gramer, kelime haznesi ve telaffuz bakımından belirgin bir farklılık gösteren Genel Latince idi.
Roma İmparatorluğu'nun yazışma dili Latince olmakla birlikte Romalıların öğrendikleri edebiyatın büyük bölümü Yunanca kaleme alındığından iyi eğitimlilerin arasındaki konuşma dili Yunanca idi. Doğu imparatorluğunda Latince hiçbir zaman Yunanca'nın yerini alamadı ve Jüstinyen'in ölümünden sonra Yunanca Doğu Roma İmparatorluğu'nun resmî dili oldu. Roma İmparatorluğu'nun genişlemesiyle Latince Avrupa'da yayılmış ve zaman içinde Genel Latince farklı yerlerde evrim geçirerek ve lehçeleşerek farklı Roman Dilleri haline gelmiştir.
Bugün akıcı bir şekilde konuşabilenlerin sayısı oldukça az olmakla birlikte Latince Roma Katolik Kilisesi'nin geleneksel dili ve Vatikan'ında resmî dilidir. Ayrıca Latince'nin Lingua franca'nın kullanımında da payı vardır. 19. yüzyılda Fransızca, 20. yüzyılda da İngilizce'nin yerini doldurduğu Latince yine de dinî, hukukî ve bilimsel terminolojilerde yoğun bir şekilde kullanılır. İngilizce'deki bilimsel kelimelerin yüzde 80'inin doğrudan ya da dolaylı olarak Latince'den geldiği hesaplanmıştır.


Din
Roma'nın eski dini, en azından tanrılar söz konusu olduğunda yazılı anlatımlarla değil tanrılar ve insanlar arasındaki karmaşık ilişkilerle oluşturulmuştu. Yunan mitolojisinin aksine tanrılar cisimleşmiş değil numina adı verilen muğlak bir şekilde tanımlanmış kutsal ruhlardı. Romalılar aynı zamanda herkesin, her yerin veya her şeyin ebedî bir ruhu olduğuna inanırlardı. Roma Cumhuriyeti döneminde Roma dini senatörlük mevkisine gelmiş kimselerin görev aldığı ruhban makamlarından oluşan sıkı bir sistemin altında örgütlenmişti.
Yunanlarla temas arttıkça eski Roma tanrıları da giderek Yunan tanrılarıyla ilişkilendirilmeye başlandı. Jüpiter Zeus ile aynı tanrı konumuna geldi. Mars Ares ile, Neptün de Poseydon ile aynı konuma geldi. Roma tanrıları aynı zamanda Yunan tanrılarının vasıflarını ve mitolojilerini de üstlendi. Roma tanrılarının antropomorfik nitelikler kazanması ve Yunan felsefesinin iyi eğitimli Romalılar arasında yaygınlaşmasıyla eski dinî törenlere ilgi azaldı ve MÖ 1. yüzyılda eski ruhban makamlarının siyasi nüfuzu devam etmekle birlikte dinî önemi ciddi biçimde azaldı. Roma dini giderek daha fazla imparatorluk sarayına temerküz etmeye başladı ve bazı imparatorlar ölümlerinin ardından tanrılaştırıldı.
İmparatorluk döneminde Romalılar ele geçirdikleri yerlerin mitolojilerini benimsedier ve bunun sonucunda geleneksel İtalyan tanrı ve tanrıçalarının tapınakları ve rahipleri yabancı tanrılarla yanyana yeralmaya başladılar. Mısır'ın Isis'i ve Perslerin Mitras'ı gibi birçok yabancı inanç popüler hale geldi. 2. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık başlangıçta karşılaştığı zulme rağmen İmparatorluk içinde yayılmaya başladı. İmparator Nero döneminden itibaren Roma'nın Hıristiyanlık'a karşı resmî tavrı olumsuzdu. İnsanlar sırf Hıristiyan oldukları için ölümle cezalandırılabiliyorlardı. İmparator Diokletian yönetiminde Hıristiyanlara yönelik zulüm doruğa çıktı. Ancak Büyük Konstantin döneminde Hıristiyanlık Roma devletinde resmî olarak desteklenen bir din haline geldi ve oldukça popüler oldu. İmparator Iulianos döneminde pagan inanışın başarısızlıkla sonuçlanan diriltilme çabalarından sonra Hıristiyanlık imparatorluğun kalıcı dini haline geldi. 391 yılında imparator I. Theodosius'un bir fermanıyla Hıristiyanlık dışındaki tüm dinler yasaklandı.


Sanat, müzik ve edebiyat
Roma resim sanatında Yunan etkileri görülür. Günümüze kalan örnekler ağırlıklı olarak şehir dışındaki villaların duvarlarını ve tavanlarını süslemek için kullanılan fresklerdir. Ancak Roma edebiyatında tahta, fildişi ve başka malzemelerin üzerine yapılan resimlerden de bahsedilir. Pompei'de Roma resim sanatına ait birçok örnek bulunmuştur ve bunlara dayanarak sanat tarihçileri Roma resim sanatı tarihini dört döneme ayırırlar. Roma resim sanatının birinci üslubu MÖ 2. yüzyılın başından MÖ 1. yüzyılın başlarına ya da ortalarına kadarki dönemde uygulanmıştır. Roma resminin ikinci üslubu MÖ 1. yüzyılın ilk yıllarında başlamış ve üç boyutlu mimari çizgileri ve manzaraları gerçekçi bir şekilde resmetmeyi amaçlamıştı.

Üçüncü üslup Augustus'un (MÖ 27-MS 14) döneminde ortaya çıkmıştı ve basit süslemeyi tercih ederek ikinci üslubun gerçekçiliğini reddetmişti. Ufak bir mimari görüntü, manzara veya soyut tasarım tek renkli bir fonun ortasına konuyorudu. MS 1. yüzyılda ortaya çıkan dördüncü üslup ise mimari detayları ve soyut desenleri muhafaza ederek mitolojiden sahneler resmediyordu.
Portre heykelciliği genç ve klasik orantıları kullanıyordu, daha sonradan gerçekçilik ve idealizmin bir harmanına doğru evrilmişti. Antonin ve Severan dönemlerinde daha gösterişli saçlar ve sakallar ağırlık kazandı. Ayrıca Roma zaferlerini resmeden kabartma sanatında da ilerleme kaydedilmiştir.

Latince edebiyat başlangıcından itibaren Yunan yazarlardan ciddi biçimde etkilenmiştir. Günümüze kalan en eski çalışmalardan bazıları Roma'nın erken dönem askeri tarihinin destansı anlatımlarıdır. Cumhuriyet geliştikçe yazarlar da şiir, komedi, tarih ve tragedya yazmaya başladılar.
Roma müziği büyük ölçüde Yunan müziğine dayanıyordu ve Roma hayatının birçok alanında önemli bir rolü vardı. Roma ordusunda tuba (uzun bir trompet) ve cornu (kornoya benzeyen bir çalgı) bazı emirleri vermek için kullanılırdı. Öte yandan bucina ve lituus törenlerde kullanılırdı. Müzik amfitiyatrolarda dövüş aralarında ve odea'da çalınırdı. Dinî törenlerin çoğunda müzik çalınırdı. Bazı müzik tarihçileri müziğin tüm kamusal kutlamalarda kullanıldığını düşünüyorlar. Ancak müzik tarihçileri Romalı müzisyenlerin müzik kuramına veya çalımına önemli bir katkıda bulunup bulunmadığı konusunda emin değiller.
Pompei ve Herkulaneum'da bulunan grafitiler, genel evler, resimler ve heykeller Romalıların son derece sekse doymuş bir kültüre sahip olduklarını ortaya koymaktadır.


Oyunlar ve aktiviteler
Roma gençliği zıplama, güreş, boks ve yarış gibi çeşitli oyun ve egzersizlerle uğraşırdı. Taşrada zenginler boş zamanlarında balık tutmakla ve avcılıkla da vakit geçirirledi. Romalıların içlerinden biri Amerikan hentbolunu andıran çeşitli top oyunları da vardı. Zar oyunları, kutu oyunları ve kumar oyunları Romalılar arasında oldukça popülerdi. Kadınlar bu aktivitelere katılmazlardı. Zenginler arasında zaman zaman müzik, dans ve şiir okumasının da olduğu akşam yemeği davetleri bir eğlence imkânıydı. Her ne kadar eğlence kabilinden yemekler genellikle tavernaları hor görmek anlamına gelse de plbler de bazen bu tür partilere kulüpler veya tanıdıklar vasıtasıyla katılırlardı. Çocuklar oyuncaklarla vakit geçirir ve birdirbir gibi oyunlar oynarlardı.

Popüler bir eğlence türü de gladyatör dövüşleriydi. Galdyatörler muhtelif senaryolara göre muhtelif silahlarla ya ölümüne ya da "ilk kana" göre dövüşürlerdi. Bu dövüşler imparator Claudius döneminde popülerliklerinin zirvesine ulaştı ve Claudius dövüşün nihaî sonucunun imparator tarafından bir el jestiyle belirlenmesi kuralını getirdi. Filmlerdeki yaygın uygulanışın aksine bazı uzmanlar ölüm için verilen işaretin aşağı gösteren baş parmağı olmadığına inanmaktadır. Her ne kadar hiç kimse jestlerin tam olarak neler olduğunu bilmese de bazı uzmanlar imparatorun ölüm işaretini yumruğunu kazanan dövüşçüye doğru uzatıp baş parmağını yukarı doğru kaldırarak verdiğini, kaybeden dövüşçüyü bağışladığında ise yalnızca yumruğunu kaldırdığını düşünmektedirler. Başka ülkelerden getirilmiş olan hayvanların halka teşhir edildiği veya gladyatör dövüşlerine dahil edildiği hayvan gösterileri de Romalılar arasında popülerdi. Bir mahkum ya da galdyatör silahlı veya silahsız arenaya atılır ve bir hayvanda salınıveririlirdi. Dövüşlere katılan gladyatörler senede yalnızca on gün dövüşürlerdi ve tek bir ölümüne dövüşte bugünün parasıyla 500.000 avro kazanırlardı.
Roma'nın bir başka popüler mekanı Circus Maximus esas olarak at ve araba yarışları için kullanılırdı ve hipodromu sel bastığında deniz savaşları düzenlendiği bile olurdu. Ayrıca başka etkinlikler için de kullanılırdı. 385.000 kişilik kapasiteye sahip bu mekana Roma'nın her yerinden insan gelirdi. Birinde yedi büyük yumurta, diğerinde de yedi yunus bulunan iki tapınak Circus Maximus'un pistinin ortasında bulunurdu ve yarışçılar bir tur tamamladıklarında ikisinden de birer tane azaltılırdı. Bunun amacı izleyicileri ve yarışçıları yarışın istatistiklerinden haberdar etmekti. Spor mücadeleleri dışında Circus Maximus pazar ve kumar alanıydı. İmparator gibi yüksek konumdaki yetkililerde Circus Maximus'daki oyunları izlerlerdi zira tersi kabalık kabul edilirdi. Onlarla birlikte şövalyeler ve yarışla alakalı birçok kişi herkesin üzerindeki özel koltuklarında otururlardı. Ayrıca imparatorun bir takım tutması da kabalık kabul edilirdi. Bin yıldan uzun süre ayakta kalan Circus Maximus MÖ 600 yılında inşa edilmiş ve buradaki son at yarışı MS 549'da yapılmıştı

Teknoloji
Antik Roma dönemin en etkileyici teknolojik becerilerine sahipti. Orta Çağ'da yokolacak ve ancak 19. ve 20. yüzyıllarda yakalanacak birçok ilerleme kaydetmişlerdi. Ancak başka kültürlerin teknolojilerini benimsemek ve birleştirmek konusunda becerikli olmakla birlikte Roma medeniyetinin pek yenilikçi ve ilerlemeci olduğu söylenemez. Romalıların birçok pratik yenilikleri daha evvelki Yunan tasarımlarından uyarlanmıştı. Yeni fikirlerin geliştirilmesi pek teşvik edilmezdi. Roma toplumu büyük bir aileyi akıllıca yönetebilen belagatı kuvvetli bir askeri ideal kabul ediyordu Roma hukuku fikrî mülkiyet ya da keşiflerin desteklenmesiyle ilgili bir yasa içermiyordu. "Bilim adamı" ya da "mühendis" gibi kavramlar henüz yoktu ve ilerlemeler hünerlerine göre yeni teknolojileri ticaret sırrı gibi gizleyen kıskanç zanaatkarlara havale edilmişti. Yine de bir dizi hayati teknolojik hamle geliştirildi ve mükemmel biçimde kullanılarak Roma'nın hâkimiyetine ve Avrupa üzerindeki etkisine büyük katkı sağladı.


Mühendislik
Roma mühendiliği Roma'nın teknolojik üstünlüğünde ve mirasında büyük bir paya sahipti. Yüzlerce yol, köprü, su yolu, hamam, tiyatro ve arena inşa edilmişti. Kolezyum, Pont du Gard ve Pantheon gibi birçok anıt Roma mühendisliği ve kültürünün mirası olarak hâlen durmaktadır.


Mimari
Romalılar özellikle mimari çalışmalarıyla ünlüydü. Roma mimarisi Yunan gelenekleriyle birlikte "klasik mimari" içinde gruplandırılır. Ancak Roma Cumhuriyeti boyunca Roma mimarisi üslup bakımından Yunan mimarisiyle neredeyse aynı olmuştur. Roma ve Yunan binaları arasında birçok fark olsa da Roma Yunanistan'ın değişmeyen, formule edilmiş bina tasarımları ve orantılarından fazlasıyla etkilenmiştir. İki yeni sütun düzeni ve Etrüsk kemerinden alınan kubbe dışında Roma Cumhuriyeti'nin sonuna kadar çok az mimari yeniliğe imza atılmıştır.
MÖ 1. yüzyılda Romalılar sayısız cesur mimari tasarıma imkân veren betonu kullanmaya başladılar. Daha önceleri inşaat işerinde mermer kullanılıyordu. Yine MÖ 1. yüzyılda Vitruvius muhtemelen tarihteki ilk bilimsel mimari inceleme olan De architectura'yı yazdı. MÖ 1. yüzyılın sonlarında Romalılar MÖ 50 yılı civarında Suriye'de icad edilen cam üflemeyi kullanmaya başladılar. Mozaik de Sulla'nın Yunanistan seferinden geitirilen örneklerden sonra imparatorluk içinde çok popüler hale geldi.

Ad:  Akveduk_Valenta.JPG
Gösterim: 78
Boyut:  147.9 KB
İstanbul'daki Bozdoğan su kemeri
Yollar
Beton döşemeli, dayanıklı Roma yollarının yapımına imkân sağladı. Bu yolların büyük bölümü Roma'nın çöküşünden bin yıl sonra bile hâlâ kullanılmaktaydı. Roma İmparatorluğu içinde böyle geniş ve etkin bir seyahat ağının inşa edilmesi Roma'nın gücünü ve nüfuzunu çarpıcı bir biçimde arttırmıştı. Başlangıçta askerî amaçlarla, Roma lejyonlarını hızlı biçimde konuşlandırmak için inşa edilen bu yolların çok büyük ekonomik önemi vardı. Roma'nın bir ticaret kavşaı olarak konumunu güçlendiriyorlardı. Romalılar mola yerleri ve gereken yerlerde köprüler inşa etmişler, kuryeler için sevkiyatın 24 saatte 800 kilometre yol yapmasına imkân veren vardiyalı at sistemini kurmuşlardı.


Su yolları
Romalılar şehirlere, sanayi bölgelerine ve tarım alanlarına su sağlamak için sayısız su kemeri inşa etmişlerdir. Roma şehri toplamda uzunlukları 350 kilometre olan on bir su yoluyla besleniyordu. Su yollarının büyük bölümü yerin altındaydı. Yalnızca ufak bir bölümü kemerlerle desteklenmiş olarak yerin üstündeydi. Tamamen yerçekimi gücüyle işleyen su yolları iki bin yıldır aşılamayan bir etkinlikle çok büyük miktarda su taşıyorlardı. Bazen 50 metreden daha derin çukurlarda suyu yukarı çıkarmak için sifon kullanılırdı.


Kanalizasyon
Romalılar sağlık koşullarında da büyük ilerlemeler yaptılar. Romalılar özellikle thermae adı verilen hamamlarıyla bilinirdi. Hamamlar hijyen kadar sosyal amaçlı da kullanılırdı. Çoğu Roma evinde tuvalet, boru tesisatı ve Cloaca Maxima adı verilen karmaşık bir kanalizasyon sistemi vardı. Bazı tarihçiler kanalizasyon ve boru tesisatlarında kullanılan kurşunun doğumlarda azalmaya ve Roma toplumunun güçten düşmesine neden olan geniş çaplı bir zehirlenmeye sebep olduğunu bunun da Roma'nın çöküşüne yolaçtığını düşünmüşlerdir. Ancak su yollarından gelen suyun akışı durdurulamadığından kurşunun içeriği en aza inmiş olmalıydı.


Ordu
Eski Roma ordusu (MÖ 500 civarları) dönemin diğer şehir devletleri gibi Yunan medeniyetinden etkilenmişti. Bunlar hoplite adı verilen ağır piyade taktikleri uygulayan vatandaşlardan oluşan milislerdi. Ordu küçüktü (askerlik çağına gelmiş özgür erkeklerin sayısı 9.000 kadardı) ve üçü ağır piyade, ikisi de hafif piyadelerden oluşan beş kısımda (siyasi olarak vatandaşların örgütlendiği comitia centuriata'ya paralel olarak) örgütlenmişti. Eski Roma ordusu taktik bakımından sınırlıydı ve bu dönemdeki varlığı esas olarak savunmaya yönelikti. MÖ 3. yüzyıla gelindiğinde Romalılar hoplite tertibinden vazgeçerek muharebe alanında daha bağımsız hareket edebilen, sayıları 120 ilâ 160 arasında değişen maniple adında daha esnek bir sistem kurdular. Destek askerleriyle her biri on manipleden oluşan üç destek hattının oluşturduğu 30 minaplelilik bir grup bir lejyon oluyorudu. Eski cumhuriyet lejyonu her biri farklı donanıma sahip ve dizilişteki yerleri farklı, üç manipular ağır piyade (hastai, principeler ve triarii), bir hafif piyade gücü (veliteler) ve süvarilerden (equiteler) meydana gelen beş kısımdan oluşuyordu. Yeni örgütlenmeyle birlikte ordu komşu sşehir devletlere karşı daha saldırgan ve mütecaviz bir yönelim içine girdi.
Tam gücüyle erken dönemde bir Cumhuriyet lejyonu 3.600 ilâ 4.800 arasında değişen miktarda ağır piyade, birkaç yüz hafif süvari ve birkaç yüz süvari ile toplamda 4.000 ile 5.000 arasında değişen miktarda adamdan oluşurdu. Lejyonlar asker alımındaki noksanlıklar ya da kazalar, savaşlardaki kayıplar, hastalı ve firar yüzünden sık sık güç kaybederdi. İç savaş sırasında Pompey'in lejyonları yeni askerlerden kurulduğu için tam güce sahipti. Öte yandan Sezar'ın lejyonları ise uzun Galya seferi yüzünden normal güçlerinin çok altındaydılar. Bu durum yardımcı kuvvetler için de geçerliydi.

Goldsworthy'nin anlattığına göre gerek Yunan ve Romalı phalanx (mızraklı, kalkanlı asker alayı), gerekse Roma lejyonları düşmanla tek seferlik, hızlı ve sonuca götüren büyük ölçekli muharebelerde savaşmak üzere tasarlanmıştı. Bunda genellikle oldukça başarılıydılar. Cumhuriyetin son dönemlerinde (MÖ 100 civarları) Marius'un reformları sırasında örgütlenmede yapılan yeni değişikllikler orduyu daha esnek, çabuk toparlanan ve çok yönlü bir güç haline getirdi. Lejyon artık eski maniplenin (artık adları centuriae idi ve kumandanları da centuriandı) üçünden meydana gelen herbiri 480 adamdan oluşan on piyade taburuna bölünmüştü. Ayrıca veliteler ve (muhtemelen) equiteler saf dışı bırakılmış yerlerine auxilia (süvariler, okçular ve sapancılardan oluşan yedek birlikler) ve hafif piyadeler (genellikle vatandaş olmayanlardan kuruluurdu) getirilmişti. Lejyon içinde bundan başka alt bölümler olmamakla birlikte lejyonerlerin beraberinde doktorlar, mühendisler, teknisyenler, topçular gibi çok sayıda vasıf sahibi adam bulunurdu. Bir piyade taburundaki centuriaeler birleşik bir komuta yapısında sahiptiler ve taburdaki diğer centuriaeler ile tek bir birim olarak çalışmakta deneyimliydiler. Taburlar halinde örgütlenmiş bir lejyonu kontrol etmek daha kolaydı. Taburları ayırmak kolaydı. Muharebe alanında gerekli olduğunda ya da birbirinden ayrı daha küçük kuvvetlere ihtiyaç duyulduğunda bağımsız hareket edebiliyorlardı. Bu yüzden taburlar halinde örgütlenen lejyonlar neredeyse her ölçekte harekatı yürütebiliyorlardı.
Tarihte üç uzun süreli akım Roma ordusuunun gelişimini belirler: Profesyonelleşmenin artması, askere alınanların tabanının genişlemesi ve askerî birimlerin çeşitliliğinde ve esnekliğinde bir artış. Cumhuriyet döneminin sonuna kadar tipik bir lejyoner kırsal kesimden (adsiduus) mülk sahibi bir çitçi vatandaştı. Belirli harekâtlarda (genellikle yıllık) görev yapar, kendi teçhizatlarını ve equite iseler kendi binek hayvanlarını tedarik ederlerdi. Harris'e göre MÖ 200'e kadar ortalama bir çiftçi (eğer hayatta kalırsa) altı veya yedi harekâtta göre alabiliyordu. Azlalolanlar, köleler (her nerede yaşarlarsa yaşasınlar) ve şehirde oturan vatandaşlar ender yaşanan acil durumlar dışında orduda görev yapmıyorlardı. MÖ 200'den sonra insan gücüne duyulan ihtiyacın artmasıyla kırsal alanlardaki ekonomik şartlar bozuldu, dolayısıyla da askerlik için gerekli mülk nitelikleri düştü. MÖ 107'de Gaius Marius ile başlayarak mülksüz vatandaşlar ve bazı şehirli vatandaşlar (proletarii) da teçhizatları sağlanarak askere alınmaya başladı ancak lejyonerlerin büyük bölümü yine kıral kesimdendi. Hizmet süreleri devamlı ve uzun hale geldi. Eğer gerekirse 20 yıl kadar sürebiliyordu ancak Brunt bu sürenin genellikle altı ya da yedi yıl olduğunu savunur. MÖ üçüncü yüzyıldan başlayarak lejyonerlere stipendium ödenirdi (miktarı tartışmalıdır ama Sezar askerlerinin maaşlarını yılda 225 denarii yaparak iki katına çıkardığı bilimektedir). Lejyonerler başarılı harekâtlarda yağma yapabilir ve komutanlarından ganimet alabilirlerdi. Ayrıca Marius zamanından başlayarak emekliliklerinde toprak da verilebiliyordu. Bir lejyona eşlik eden süvari ve hafif piyadeler genellikle görev yaptıkları bölgeden toplanırdı. Bu askerler yerel şartları tanır ve bölgeye uygun bir tarzda savaşırlardı. Sezar Galya seferinde görev yapmaları için Gallia Narbonensis'deki vatandaş olmayan nüfustan Beşinci Alaudae adında bir lejyon kurmuştu. İç savaş sırasında büyük ordulara ihtiyaç duyulduğundan iki taraf da vatandaş olmayanlardan meydana gelen lejyonlar kurmuştu. Augustus dönemine gelindiğinde vatandaş asker fikrinden vazgeçildi ve lejyonlar tamamen profesyonel hale geldi. Lejyonerler yıllık 900 sesterius kazanıyordu ve emekliliklerinde 12.000 sesterius alabiliyorlardı.
İç savaşın sonunda Augustus askerleri tahliye edip, lejyonları dağıtarak Roma askerî güçlerini yeniden örgütledi. 28 lejyon luşturdu. Bunlar artık Ren ve Tuna nehirleri taafındaki sınır ve Suriye'deki daimî kamplarda konuşlanıyordu. 150.000 vatandaş lejyonerden, yaklaşık aynı miktarda auxilia ve büyüklüğü bilinmeyen deniz kuvvetlerinden oluşan bu ordu imparatorluğun son dönemlerine kadar standart bir şekilde devam etti. Principate döneminde birkaç istisna dışında savaşlar daha küçük ölçekte yürütüldü. Auxilia daha büyük birimler halinde örgütlenmedi ve bağımsız taburlar olarak kaldı. Lejyoner askerler de lejyondan ziyade taburlar olarak faaliyet gösteriyordu. Süvarileri ve lejyonerleri tek bir tertipte biraraya getiren yeni cohortes equitae garnizonlarda ve uç karakollarda kouşlanldırılıyordu. Bunlar kendi başlarına ufak dengeli kuvvetler şeklinde savaşabildikleri gibi diğer ufak birliklerle biraraya gelip lejyon büyüklüğünde bir kuvvet oluşturabiliyorlardı. Esneklikteki bu artış zaman içinde Roma askerî güçlerinin uzun vadeli başarılarının sağlanmasında yardımcı oldu.
İmparator Gallienus imparatorluğun nihaî askerî yapısını oluşturacak yeni bir örgütlenme başlatmıştır. Sınırlardaki sabit noktalardan bazı lejyonerleri çeken Gallienus yeni seyyar kuvvetler (Comitatenses veya arazi ordularu) yaratmış ve sratejik yedek güçler olarak sınırların gerisine ve belirli bir uzaklığa konuşlandırmıştır. Bu yapılanma saldırı durumunda sınırı güçlendirmek için askerlerin bir eyaletten diğerine taşıma ihtiyacını azaltmıştır. Sabit noktalardaki sınır askerleri (limitanei) savunmanın birinci hattı olmaya devam etmiştir. Diocletianus bu yeni örgütlenmeyi eski haline getirmiş ancak bu yapılanma 4. yüzyıl ortalarında örnek haline gelmiştir. Diokletianus ayrıca Tetrarşi adı verilen imparatorluğun doğu ve batı kısımlarının birer Augustus (imparator) ve Sezar (imparator vekili) tarafından yönetildiği sistemi de getirmiştir. Her biri sınırlara yakın farklı yerlerde ikamet edecek ve sorumlu oldukları bölgedeki askerlere komutanlık edeceklerdi. Arazi ordusunun temel birimi alaydı. Piyadeler lejyonlar ve auxilia'dan süvariler ise vexellationelerden oluşuyordu. Eldeki bulgulara göre piyade alaylarının gücü 1.200 asker, süvarilerin ise 600 askerdi. Ancak çoğu kayıtlar asker sayılarının daha az olduğunu göstermektedir (800'e 400). Çoğu piyade ve süvari alayları bir comesin kumandanlığında çiftler halinde görev yapıyorlardı. Romalı askerlere ilaveten arazi ordularında foederati adı verilen müttefik kabilelerden alınmış "barbar" alayları da bulunuyordu. 400 yılına gelindiğinda foederati alayları Roma ordusunun daimî birlikleri haline geldi. İmparatorluk teçhizatlarını sağlıyor ve maaşlarını veriyordu. Başlarında Romalı bir tribune vardı ve bu alaylar tıpkı diğer Romalı alaylar gibi kullanılıyordu. Foedetainin dışında imparatorluk lejyonlarla birlikte savaşmak üzere başka barbar gruplarını da arazi ordularına entegre etmeden kullanmıştır. Önderliklerini mevcut en yetkili Roma generalinin kumandanlığında kendi subayları yapardı.
Ordunun liderlik yapısı Roma tarihi içinde büyük evrimler geçirmiştir. Monarşi döneminde hoplite ordular Roma krallarının yönetimindeydi. Roma cumhuriyetinin erken ve orta dönemlerinde ise askerî güçler her yıl seçilen iki konsülden birinin
komutasındaydı. Cumhuriyetin sonraki dönemlerinde senato seçkinleri cursus honorum olarak bilinen kamu görevlerinin normal sırasınca önce quaestor (genellikle arazi kumandanlarına vekil olarak atanırlardı), sonra praetor (bazen eyvalet valisi olarak atanır ve bölgedeki askerî güçlerden sorumlu olurlardı), sonra da konsül (tüm askerî güçlerin baş kumandanı) olarak görev yapıyorlardı. Praetor veya konsül görevi tamamlandıktan sonra bir senatör senato tarafından propreator veya proconsul (bir önceki en yüksek konumuna göre) olarak bir dış eyaleti yönetmekle görevlendirilebilirdi. Alt kademe yöneticiler (centurion seviyesindekiler değil) kendi clientelaelerindeki kumandanlar tarafından ya da Senato seçkinleri içindeki siyasi müttefiklerin önerdikleri kişiler arasından seçilirdi. En önemli siyasi önceliği orduyu daimî ve tek bir kumandanlık altında toplamak olan Augustus döneminde imparator tüm lejyonların yasal komutanı oldu. Ancak kumandanlığı senato seçkinleri arasından tayin ettiği legatus (elçi) aracılığıyla yapıyordu. Tek bir lejyonun olduğu bir eyalette elçi lejyona kumandanlık eder (legatus legionis) ve aynı zamanda eyaletin valiliğini yapardı. Öte yandan birden fazla lejyonun olduğu bir eyalette her lejyon bir elçi tarafından komuta edilir ve elçilere de eyalet valisi kumandanlık ederdi (daha yüksek rütbeli bir elçi). İmparatorluk döneminin sonraki aşamalarında (Diokletian'dan itibaren denilebilir) Augustus'un modelinden vazgeçildi. Eyalet valilerin elinden askerî otorite alındı ve eyaletlerdeki orduların komutası imparator tarafından tayin edilen generallere (duceler) verildi. Bunlar Romalı seçkinlerden değildi. ordu kademelerinden yükselmiş ve daha fazla askerlik tecrübesi olan kimselerdi. Giderek artan biçimde bu generaller (bazen başarılı da olarak) kendilerini tayin eden imparatorların konumlarına el koymaya çalışmışlardır. Azalan kaynaklar, artan siyasi kargaşa ve iç savaş sonunda Batı İmparatorluğu'nu komşu barbarların saldırılarına ve el koymalarına müsait hale getirmiştir.
Öte yandan Roma donanması hakkında Roma ordusuna kıyasla daha az bilgi vardır. MÖ 3. yüzyıl ortalarına kadar duumviri navales adı verilen subaylar esas amacı korsanlarla mücadele olan yirmi gemilik filolara kumandanlık ederdi. MÖ 278 yılında bu filoların yerini müttefik güçler aldı. Birinci Pön Savaşı sırasında daha büyük filoların inşası zorunlu hale geldi ve müttefiklerin yardımları ve finansmanlarıyla daha büyük filolar inşa edildi. Müttefiklere yönelik bu itimat Roma Cumhuriyeti'nin sonuna kadar devaö etti. Quinquireme Pön Savaşları sırasında her iki tarafın da kullandığı başlıca savaş gemisiydi. Augustus döenminde yerini daha hafif ve manevra kabiliyeti daha yüksek olan gemileraldı. Trireme ile kıyaslandığında quinquireme tecrübeli ve tecrübesiz adamların karışımından olşuan bir mürettebatın kullanılmasına imkân veriyordu (esas olarak kara gücü olan bir ordu için avantaj). Gemilere genellikle vatandaş olmayan navarch (centurionun muadili bir rütbe) kumandanlık ederdi. Potter'a göre filo ağırlıklı olarak yabancılardan oluştuğu için donanma da Romalı kabul edilmezdi ve bu sebeple de barış dönemlerinde körelmeye müsaitti.
Eldeki bilgilere göre imparatorluğun son döneminde (350 civarı) Roma donanması savaş gemileri ile ikmal ve ulaştırma amaçlı gemilerden oluşan birkaç filodan oluşuyordu. Savaş gemileri üç veya beş sıra kürekçi tarafından çekiliyordu. Filoların üsleri batıda Ravenna, Arles, Aquilea, Misenum ve Somme nehrinin ağzı, doğuda ise İskenderiye ve Rodos gibi limanlardı. Önde gelen generallerin hem orduya, hem de donanmaya kumandanlık etmiş olmaları deniz kuvvetlerinin bağımsız bir kuvvat olarak değil ordunun yedek gücü olarak görüldüğünün göstergesidir. Bu dönemdeki komuta yapısı ve filoların gücü bilinmemekle birlikte filoların valilerin komutasında olduğu bilinmektedir.


Bilimsel çalışmalar
Antik Roma'ya yönelik ilgi muhtemelen Fransa'da Aydınlanma Çağı'nda başlamıştır. Charles Montesquieu Considérations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur décadence adlı bir kitap yazmıştır. Konuyla ilgili ilk büyük çalışma Edward Gibbon'ın 2. yüzyılın sonundan Doğu Roma'nın 1453'de yıkılışına kadarki dönemi içeren Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi adlı kitabıydı. Montesquieu gibi Gibbon da Roma vatandaşlarının faziletini övmüştür. Barthold Georg Niebuhr Roma Tarihi adlı kitapta Birinci Pön Savaşı'na kadarki dönemi anlatmıştır. Napolyon döneminde Victor Duruy Romalıların Tarihi adlı kitabı yazmıştır. Kitapta o dönemde popüler olan Jül Sezar dönemini öne çıkarmıştır. Theodor Mommsen'in Roma Tarihi, Roma anayasa hukuku ve Corpus Inscriptionum Latinarum adlı kitaplarının hepsi birer kilometre taşıdır. Daha sonraları Guglielmo Ferrero'nun Roma'nın Büyüklüğü ve Çöküşü yayımlanmıştır.

 
   
Bugün 3 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol